Sanatçılar, aydınlar, bilim insanları toplumun ışıklarıdır.
Rehber, yol gösterici, önde gideni, örnek alınanı gibi kavramları kullanmak ya da kullanmamak siz saygın okurlarımızın tercihidir elbet…
Rol model alınan ayrıcalıklı insanlar oldukları için kimi zaman hak ettiklerinden çok daha fazlasını (dünyalık), kimi zaman ise hak etmedikleri biçimlerle cezalandırılırlar. Sanat insanları; “yüzü halka dönük” ya da bunun tam tersi, “ben sanatımı yapar geçerim” diyenler olarak ikiye ayrılırlar. Sezen Aksu örneği, ikinci örneklemedeki çarpıcı olanlarındandır. Boğaz manzaralı yalısında Lale Devri’ndeki sanatçıların ihtişamlı yaşam biçimindeki gibi, salt nefsi-egosu doğrultusunda bir tercih biçimidir onun tercihi. Şair Nedim ismini herkes duymuştur bir biçimde. Biyografisinin bir bölümünde şöyle yazar:
Bir şair olarak tanınma gayreti içindeki Nedim, Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa'ya birkaç kaside yazdı. Topkapı Sarayı'na girişini sağlayan Ali Paşa'nın halefi olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı kasideler oldu. Lale Devri'nin sadrazamı olan Damat İbrahim'in himayesi altında daha sonra kendisini meşhur yapacak olan eserlerini ve yaşam tarzını ortaya koydu…
En yaygın söylenti; Patrona Halil İsyanı esnasında isyankârlardan kaçarken Beşiktaş'taki evinin çatısından düşerek öldüğü yönündedir.
Bir başka rivayet ise; Damat İbrahim Paşa ve şürekâsına yapılan işkenceden ötürü dehşete kapılıp korkudan öldüğü şeklindedir…
Bir de yüzü halka dönük tanımına uyan bir sanatçıdan söz etmemiz gerek. Pir Sultan Abdal adını tüm Türkiye hatta dünyanın bir bölümü iyi bilmektedir. Kanunî Sultan Süleyman ile İran Şahı I. Tâhmasb zamanında yaşadı. İran şahının tahriki ile Osmanlı Devleti aleyhine olan isyana katıldığı ve İran lehine casusluk yaptığı gerekçesi ile Hızır Paşa tarafından Sivas'ta asıldı…
Nedim adı istisna anılır dünyada, Pir Sultan ise olabildiğince.
“Ne fark eder” demeyin, inanın bir dünya fark eder incelediğinizde.
Anadolu coğrafyasında sanat kimi zaman kovalansa da topraklarımızı asla terk etmemiştir. Her çileye, her acıya, her yasak ve her günaha karşı başı dik sanatçılar sayesinde yaşanır kılınmıştır. Sezen örneğinde olduğu gibi o modeller ben bestemi yapar, şarkımı söyler dalgama bakarım tercihini yol bellemiştir. Ama yüzü ve yüreği halka dönük olanlar ise yaşadıkları ömürleri boyunca tarifsiz acılarla baş başa bırakılmışlardır. İşin en acı yanı da; halkı-emeği-demokrasiyi-emekçiyi savunan türlerin ipini de hep halk çekmiştir. Pir Sultana yaptıkları biçimi ile darağacında iken ilk taşı halk atmıştır onlara…
Güncele doğru gelelim örneklerle isterseniz. Türkiye sinemasının önde gelen ismi Şener Şen, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü'nü aldı. Ödülü, toplumsal barışa bir katkısı olması umudu ile kabul ettiğini söyledi. Lakin Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki ödül törenine katılması sosyal medyayı ikiye böldü. Bir kısım desteklerken, bir grup da Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte görüntü verdiği için eleştirdi. Geçtiğimiz yıl 20. Türk - Alman Film Festivali sırasında seyircilerden gelen, “toplumsal eylemlere neden katılmıyorsunuz” sorusunu şöyle yanıtlamıştı: Oyuncunun ödevi, yaptığı filmlere hayat görüşünü yansımaktır. Bilfiil politikanın içinde olma, siyasetin içinde olma başka bir alandır. Bunu da sadece eylem yapan, hayatta başka hiçbir şey yapmayan, güzel film sevdalısı olmayanlara bırakıyoruz… Yaşananlar sonrası açıklama yapan Şener Şen: “Meğer ne kadar sevgisizmişiz, meğer ne kadar hoşgörüden yoksunmuşuz. Halkına ileri demokrasiyi layık görmeyen iktidarlar yüzünden sıradan vatandaşlar benimle aynı görüşten değilsin diye birbirleriyle kavgaya tutuşuyorlar. Türkiye’de herkesin aklını başına toplaması lazım! Bu cinnet halinden kurtulmazsak sonumuz iyi değil” ifadelerini kullanmıştı.
Şener Şen aleyhine Zuhal Olcay'dan çok sert bir açıklama gelmişti. Zuhal Olcay: Sadece evlerimizden, güvenli ortamlarımızdan bir şeyler yazıp, “hah bugün de görevimi yaptım” deyip huzur içinde uyuyoruz. Bir de geçenlerde şuna takıldım; Şener Şen demiş ya, ben eylemlere vakit ayıramayacak kadar sinemayı çok seviyorum diye. Kendini yanlış mı ifade etti acaba diye düşündüm. Çok düşündürücü ve acıklı bir yanıt! Peki Picasso’yu, Sartre’ı, Marlene Dietrich’i ya da günümüzden Sean Penn’i nereye koyacağız? Picasso meşhur Guernica tablosunu yapmış ama faşistlere karşı lafını da söylemiştir ifadelerini kullanmıştı…
Hayat, tercihler bütünüdür sözü çok anlamlı ve yerindedir. Bu hala dünyada yaşayan ya da sonsuzluğa göç etmiş milyarlar için geçerlidir. Sıradan insan için de, Tanrı’nın ayrıcalıklı sayıp tüm yeteneklerle donattığı insanlar için de geçerlidir. Herkes tercihini yaşar yani sonuçta. Lakin çok net bir finaldir ki nefsini yaşayanlar daima erke boyun eğerek, methiyeler düzerek, rahat bir yaşam biçimine ererken; yüzü halka dönük olanlar da en başta özgürlüklerinden ve canlarından olmuşlardır. Bir gerçek daha var ama yazımın sonunda belirtmem gereken. Sanat ya da evrensel değerler adına kalıcı olanlar da ne ilginçtir ki yüzü halka dönük olanlardan ibarettir…
Kısacası “sanat sanat için mi, sanat halk için mi” kısır tartışmasına hiç mi hiç gerek yok. Tarih denen bilge zaten her şeyi yerli yerine oturtuyor. Kalıcı olanları eleğinin üstünde bırakıp, değersizleri tarihin çöplüğüne akıtıp geçiyor…
OZANCA
DÖNEN DÖNSÜN…
Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Benim pirim gayet ulu kişidir
Yediler ulusu, kırklar eşidir
On iki imamın server başıdır
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Ulu mahşer günü olur divan kurulur
Suçlu, suçsuz gelir orada dirilir
Piri olmayanlar anda bilinir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Pir Sultan’ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan… Pir Sultan ABDAL