İnsan egosunun en sevdiği taleplerin başında gelir, ‘hep haklı olmalıyım’ isteği…
Üstelik hiç kimse, her hangi bir konuda, haklı olduğuna sadece kendisinin inanması ile yetinmez. Çevresinde olan herkesin onun haklılığına inanması bir zorunluluktur…
Hatta başkalarının onu haklı bulması, onun kendisinin haklı olduğunu bilmesinden çok daha önemlidir…
Anlayacağınız, pek çoğumuz için, her yerde ve her konuda haklı olma savaşı vermek bir ömür boyu sürer, gider…
Bu konuda okuduğum kaynaklara göre ise; “bilge insanların hiçbir zaman haklı olma çabası içinde olmadıkları ve savunmaya geçmedikleri, aksine bu durumun bilgeliğin doğasına da aykırı olduğu” ifade ediliyordu.
Sonra, bazen bu duygulara kapılarak, basit bir konuda bile olsa, yanımda bulunanlara haklılığımı ispatlamak için nasıl da yırtındığım anlar geldi aklıma…
Ve şu soruyu sormadan edemedim, kendime...
Haklı olmak, başkaları tarafından onaylanmak mıdır? Acaba, bir hakikatin onaylanması ya da reddedilmesi onun anlamını değiştirebilir mi?
Çünkü onaylamak, sayısız fikirler arasından kendi seçtiği kişiyi onaylamak veya onunla “anlaşmak” için kullanılan bir yanılgı aracıda olabiliyor, bazen…
Günümüzde haklı olduklarını ispat için tavırlarını ve seslerini sertleştiren insanlar, bir süre sonra yalnızca işitsel bir sağırlık değil aynı zamanda duygusal bir sağırlık da yaşamaya başlayabiliyorlar…
Anlaşılan yapılacak en güzel şey suçlamadan, yargılamadan ve haklı olduğunu ispat etmeye çalışmadan konuşmaya çalışılmaktır.
Albert Camus’ un dediği gibi; “Haklı olma ihtiyacı, sıradan insanlara özgüdür.”
Peki, eğer yazar aramızda olsaydı, bu sözünde ne kadar haklı olduğunu savunmaya kalkar mıydı? Ne dersiniz?