2011 yılının başlarıydı.
İlker Yücel’in Türkiye Gençlik Birliği Başkanı olduğu ve ilişkimizin sürdüğü yıllar. İlker’in başkalaşmadığı, halk kitleleri tarafından gerçekten de çok sevildiği yıllardı daha. İzmir’den ilk gençlik yıllarından tanıştığımız bu genç, yurtsever sanatçılarla bağlarını çok güçlü tuttuğu için Levent Kırca ile tanışmamızda aracı olmasını istemiştim. Sağ olsun dediğimi yapmış, Levent ağabeye benden bahsetmiş ve telefon numarasını yollamıştı tarafıma. Telefonla kendisini aradım ve ilişkilerinin iyi olduğunu düşündüğüm Tarık Akan ile birlikte; ES TV’de sürdürdüğüm “Kent Ozanı” programıma onur vermelerini istedim. Levent Kırca gerçek bir halk adamı ve babacan, telefonun öbür ucunda sımsıcak sesini ve yüreğini hissettiriyor insana. Başını kaşıyacak zamanının olmadığını anlatırken bile kendisine has mizahi dille beni tebessüm ettirerek dakikalarca ülkenin hoş olmayan gidişinden de örneklemeler yapmayı ihmal etmedi tabii. “Ben sana Tarık’ın telefonunu masajlayayım, sen kendisine söyle ne söyleyeceksen” diyerek vedasını etti. Yolladığı numaradan büyük bir mutlulukla Tarık Akan’ı aradım sıcağı sıcağına. Fakat Levent ağabeyin yaklaşımından son derece uzak bir biçimde karşılık buldum. Belki o an çok sıkıntılıydı, belki kendisini adadığı halkın ülke ile ilgili umursamazlığına tepkiliydi, belki sağlık sorunu vardı bilemiyorum…
-Tarık bey, merhaba ben Eskişehir ES TV’den arıyorum sizi ismim Şinasi Kula.
-Efendim!
-Uygunsanız birkaç dakikanızı almak istiyorum telefonda.
-Söyleyin kardeşim!
-Numaranızı Sayın Levent Kırca’dan aldım. Sizi bu televizyon kanalında sürdürmekte olduğum programa davet etmek istiyorum. Eskişehir’de ve programımda ağırlamaktan onur duyarım…
Lafımı daha bitirememiştim ki yanıtladı;
-A yok yok! Ben televizyon programlarına çıkmıyorum bilmiyor musun, benden uzak olsun…
Birkaç cümlesi daha oldu ama temin ediyorum anımsayamıyorum onları. Çünkü inanılmaz bir suçluluk duygusu içerisine girmiştim ses tonu ve ifade biçiminden ötürü. Yukarıda saydığım nedenlerin (belki çok daha fazla neden de olabilir) tamamı benim yüzümden olmuş gibi bir suçluluk psikolojisi içerisine dahil etmişti beni hiç tanımadan. Tanıma gereği bile duymamıştı belki de en incindiğim yan buydu. Ve konuşmamızı “hadi eyvallah” türü sonlandırmasıyla donakalmıştım telefonun diğer ucunda…
Empati kurdum hemen. Bir ülkede milyonlarca insanın gönlünde taht kurmak ve uzun yıllar bu tahtı korumak bedel isterdi. Kim bilir nelerini feda etmişti yüzü halka dönük bu yürekli sanatçı. 12 Eylül 1980 faşist darbesinde özgürlüğünden, yıllarından edilmişti. Yoluna ölürüz diyen milyonlarca hayranı belki de korkularından adını bile anamamıştı o yıllarda. Belki de yüreğindeki cam kırıklarının asıl nedeni bu ve buna benzer hüzün yumaklarıydı. Hepsini düşündüm yarım saate yakın bir süre içinde. İyi de benim ne günahım vardı, ben ne yapmıştım ki onun gönlünü incitecek? Sadece televizyon programıma ve Eskişehir’imize konuk etmek üzere birkaç dakikasını almıştım telefonla…
İçime sinmedi, daha doğrusu yüreğimde büyüdü kırgınlığım. SMS ile kısa bir ileti yolladım. Özü şuydu yazdıklarımın; “davetimi reddedebilir, hatta önemsemeyip teşekkür eder kapatırsınız bu hakkınız. Bu denli tepki vereceğiniz ne hata yaptım…”
Yolladığı yanıt tokat gibi oldu; “salak mısın sen…”
Gözüm karardı aniden, yapılacak en büyük hataları yapmaktan zerre korkmam (mantığımı-muhasebe yeteneğimi tamamen kaybederim) böylesi zamanlarda. O yanıtına hemen şöyle karşılık verdim; “sen en iyi örneksin o dediğine fasulye sırığı…”
Onu sevenler birkaç dakika daha tahammül etsinler yazımı bitirmeme! Kimsenin bilgelik etmesine gerek yok ve yazımın sonunda nereye varacağımı görsünler mümkünse…
Ben Tarık Akan’ın o saniyeler sonrasında aklının ucundan bile bir daha geçmemişimdir eminim. Ama o dev sanatçı, o yurtsever insan, o popüler kültürün bütün nimetlerini (iğrençliklerini) reddederek yüzünü ve yüreğini halkına dönüp ömrünce bedeller ödeyen devrimci insanı ben hiç unutamadım. Adı her anılışta, içimdeki cam kırıkları hareket edip yüreğimdeki kanamayı hızlandırdı. Her daim “ben onu kıracak (kızdıracak) ne yaptım” sorusunun karşılığını bulmak istedim. Ta ki hayata sessiz sedasız vedasını yaptığı güne kadar. Ne hastalığının reklamını yaptı, ne de kendine acındırdı bu özel insan. Aniden yıldızlarla dolu gökyüzündeki yerini aldı, çekti gitti…
Şair Özkan Mert şöyle sesleniyor Tarık Akan’ın ardından: Sen de mi Tarık? Senin gibi güzel her insanın gidişi zaten cehenneme dönen ülkemizi daha da çirkinleştiriyor. Güle güle güzel adam, yıldızlar ışıldatsın yolunu…
Esen Özay kızım ise şöyle sesleniyor: Hayat bize sevmediğimiz yemeği zorla yedirmeye çalışan bir anne gibi. Bizim için iyi olacağına inanıyor. Her gün yeni bir tokat mutlulukların arasına. Hayat tuhaf, ölümler hep zamansız dünya gibi…
Ve milyonlarca seveni sanal âlemden, hüzün dolu duygularını paylaşıyor Tarık Akan’ın ardından. Onun hiç unutamadığım sözüdür şu paylaşacağım; Atatürkçülük bağımsızlık demektir, ulusal onur demektir. Atatürkçülük devrimcilik demektir…
Onun ölümünün hemen ardından aklılarla zarar paylaşımlarda bulunan ucubeler dolu ülkemde. Ve ne yazık ki bu paylaşımlarda bulunanlar kendilerini “Müslüman’ım” diye nitelendirip, Müslümanlıkla zerre ilgisi olmayan zavallılar sadece! Tarık Akan sana “salak mısın” derken ne kadar haklıymış diyenleriniz varsa, hemen bu güruhu da yanıtlayayım. Kendini ülkesine (halkına) adamış bu koca yüreğin yüzünü hiç görmediği bir Şinasi’ye değildi tepkisi emin olun!
İstikrar masalı ile ülkenin bu günlere gelmesine vesile olan senin gibilereydi tepkisi bilesin ki. Şunu da unutma; İslam dininde ebediyete göç eden hiçbir kimsenin ardından terbiyesizlik edilmez, kem söz söylenmez. O halde onun hayata gözlerini yummasının hemen akabinde hayâsızca yorum yapanların tamamı; dini kalkan olarak kullanan rantçı misyonerden gayrı hiç bir şey değildirler…
Tarık Akan sonuçta bir gönül insanıydı. Aynı paydada buluştuğu insanlardan yana bile gönül kırgınlıkları olabilir, hatta kan bağı olan birinci dereceden (belki de ağabeyi) insanlar dahi ona hayatı dar etmiş olabilirlerdi bilemem ki! Tek talihsizlik, o öfke hali bana denk gelmişti işte…
Işıklar içerisinde ol Tarık Akan.
Hakkını helal et.
Hakkını helal et.
Hakkını helal et…
OZANCA
SELAM SÖYLE
Hep göğsünü gere gere
Sen yaşarsın yüz bin kere
Denizlere Mahirlere
Selam söyle Tarık Akan
Aşinaydın her umuda
Yılmaz Güney dostuna da
Bizden Levent Kırca’ya da
Selam söyle Tarık Akan
Sesimizi duya duya
Var söyle Uğur Mumcu’ya
Koca yürek Ruhi Su’ya
Selam söyle Tarık Akan
İlhan Selçuk abimize
Gömdük onu kalbimize
Türkan Saylan ablamıza
Selam söyle Tarık Akan
Biz hep varız bu ülkede
Sevgili Kamer Genç’e de
Yaşar Nuri Öztürk’e de
Selam söyle Tarık Akan
Aydın çağdaş her kesime
Umutların ülkesine
Ustamız Aziz Nesin’e
Selam söyle Tarık Akan
Halimizi bilenlere
Özgürlüğe gülenlere
Devrim için ölenlere
Selam söyle Tarık Akan
Fikret der ki hele hele
Üzülme git güle güle
Dahi Mustafa Kemal’e
Selam söyle Tarık Akan… Fikret DİKMEN