Prof. Dr. Alper Çabuk yazdı
Geçen haftaki ‘’adı Anadolu olsun’’ başlıklı yazıma ‘’ Yıllardır bu köşeden yazıyorum. Yazdığım köşe yazılarının sayısı iki yüze yaklaşmıştır. Belki de geçmiştir. Günlük hayat içinde en çok keyif aldığım şeylerden birisi bu köşeden, ‘Anadolu’ Gazetesinde yazmak. Kendime düşünceleri, mesleki ve akademik çalışmalarıyla en yakın gördüğüm iki insan var. Bunlardan biri Carl Sagan, diğeri Ian McHarg. Bu kişilerin ortak özelliği, yaptıkları akademik ve mesleki çalışmaların yanı sıra televizyon programları da yapıyor olmaları. Zaman bulabilsem, yapmayı en çok istediğim şeylerden birisi popüler bilim ve gezegenimizin sorunlarını konuşacağım, Anadolu’dan bahsedeceğim, bir televizyon programı yapmak’’ diye başlamış, Anadolu Üniversitemizin Türk Yükseköğretimi için önemini vurgulayan satırlarla devam etmiştim.
Yıldırım Tuna rumuzlu bir okuyucunun ‘’200 yazının hepsini okumadım ama en berbat herhaldr bu olmustur hocam...bi de tv de stand-up yaparsan iyi olur’’ diye bir yorumu olmuş yazıma. Eleştirmiyorum kendisini, saygı duyuyorum okuyucuma. Berbat bulmuş olabilir yazımı. Galiba bir de televizyonda stand-up yaparsan iyi olur diyerek, beni küçümsemiş sanki. Aslında soytarılık yapabilirsin demek geçmiş aklından belki de, dili varmamış, stand-up demiş… Yalnız okuyucumu bir tek konuda eleştireceğim ve bu konuda da beni hayrete düşüren bir sorun var ülkemde. Türkçemizi, güzel Türkçemizi kullanma şekli… Yazım hatalarıyla dolu topu topu iki cümle ve 20 kadar sözcükten oluşan bu eleştiri, Türkçemizi güzel kullanmadığımızın bir kanıtı gibi… Bu, sadece okullarda verilen eğitiminden kaynaklı bir sorun değil. Bana göre toplum olarak o kadar az okuyoruz ki, güzel Türkçemizle iki satırlık bir düşünceyi bile düzgün şekilde ifade edemiyoruz.
Şimdi gelelim şu televizyonda stand-up yapma işine. Stand-up, hatta diliyorsanız buna soytarılık da diyebilirsiniz, çok zor iştir; çok zeki olmayı gerektirir… Hatta stand-up sanatçısı, insanlar arasında sivrilecek bir zekaya ve yeteneğe sahip olmalıdır; hazır cevap olmalıdır mesela. İnsanların seni ciddiye alacağı şekilde jest, mimik ve ses tonunu etkili kullanmalı, iyi bir gözlemci olmalıdır mesela. Toplumu ve toplumsal olayları anlamalıdır mesela… Hayatın içinde olmalıdır kısaca…
Beğendiğim, onlar gibi zeki ve yetenekli olmayı istediğim stand-up sanatçıları vardır benim de. Her ne kadar bakış açılarımızda bazı temel farklılar olmasına rağmen, George Carlin vardır mesela. Aşağıdaki ifadelerinin altına imzamı atarım Carlin’in…
“Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var. Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz. Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var. Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyor; çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyor; çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyor; çok az okuyor, çok fazla televizyon izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz. Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. Dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık. Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin, büyük adamlar ve küçük karakterlerin, yüksek karlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bugünler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlaki değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.’’
Bugüne kadar binlerce beyin cerrahı yetiştiren Dünya Beyin ve Sinir Cerrahisi Dernekleri Federasyonu'nun Onursal Başkanı ve Baş Danışmanı Prof. Dr. Madjid Samii, geçtiğimiz hafta Üsküdar Üniversitesinin davetiyle Fahri Doktora ünvanı almak üzere İstanbul'a gelmiş. Törende yaptığı konuşmada beynin çalışma biçiminin insanlığa örnek olması gerektiğini ifade etmiş ve “Beyinde mükemmel bir uyum var, 100 milyar hücre birlikte çalışıyor. Ancak 7 milyar insan barış içinde, işbirliği yaparak yaşayamıyor.” demiş.
Çok doğru. Yıldırım bey, her ne kadar sanki barışçıl, dostane bir tavırla yazılmamış hissi yaratsa da eleştiriniz, bu yazıyı yazmama vesile olarak yaptığınız işbirliği için teşekkür ederim.
Tüm okuyucularım gibi, sizi de çok seviyorum.
Berbat bulsanız da okumaya devam lütfen.
Ben becerebilsem keşke, stand up yapmaya da razıyım. Yeter ki insanların yaşamlarına dokunsun, insanlığa katkı sağlasın. Yeter ki bilgiye ve bilime verilen önemi ve ilgiyi artırsın. Yeter ki daha yaşanabilir bir Dünya hayalimin yayılmasına destek olsun…
Bu haftaki yazımı Carlin’in ‘’Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.’’ sözünü, yazımda Prof. Dr. Madjid Samii’den de bahsetmişken ‘’Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, başkalarının mutluluğu için verdiğimiz nefes sayısıyla ölçülür.’’ diye değiştirerek ve bilim adamı insanların yaşamlarına dokunmalı, onların mutluluğuna katkı sağlamalı diyerek kapatalım bu konuyu bari.
Dün Cumhuriyet Bayramımızdı. TED Bursa Kolejinin Cumhuriyet bayramı mesajına bayıldım. İnternette bulabilirseniz izlemenizi öneririm. Birlik ve beraberlik içinde kutlayacağımız nice Cumhuriyet Bayramlarına…
Herkese iyi haftalar.