Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar, yakınlaştığımda aklıma sadece gri gelirdi. Renk yoktu içinde, kendine çekmezdi beni
Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar, yakınlaştığımda aklıma sadece gri gelirdi. Renk yoktu içinde, kendine çekmezdi beni. Belki de çok canlıydı, çok iyiydi ama yok nedense sadece griydi. Sanki kir pas içinde, eski ve cansız. Birçokları aslında göründüğü gibi olmadığını, biraz hırpani görüntüsüne rağmen aslında o hırpani bedenin içinde çok canlı bir ruh olduğunu söylese de, içim ısınmadı bir türlü; uzak kalmayı tercih ettim hep. Belki birkaç adım atsam, tanıma fırsatı yaratsam, o grilik dağılacak renkler ortaya çıkacaktı, çok sevecektim ama bir türlü o yakınlaşma fırsatını yaratmak gelmedi içimden. Onlarca yıl boyunca gri kaldı benim için. Sonra ne mi oldu, sonra yaklaşık 20 yıl öncesinde tanıştık. Aklımdan gözlerime inen grilik dağıldı; aslında birçoklarında olmadığı kadar çok ve güzel rengi barındırdığını gördüm. Bu tanışmanın ardından gerçek anlamda büyük bir sevgi ve bağlılık yarattı bende. Gri sandığım şey, o zamanki tüm hırpaniliğine rağmen çok canlıydı, çok güzeldi. Tanışmamızın ardından bir sihirli değnek dokundu sanki her geçen gün biraz daha güzelleşmeye de başladı bir yandan. Artık birçoklarının tanışmak için can attığı bir güzelliğe de sahipti. Ama onu çekici kılan güzellik aslında o bedenin güzelliği değil, ruhunun güzelliğiydi. Tanıştığımız günden bu yana hayatımın kalanını onunla geçirmek isteyecek kadar büyük bir sevgiyle bağlandım ona.
Daha önce de söylemişimdir, “Bana göre mekanlar, insanlar gibidir. Bedenleri güzel, ruhları çirkinse çekici gelmez birçoklarına. Bedenleri çok güzel olmasa da ruhları güzelse çekici gelir.” diye. Mekanın ruhu olur mu demeyin. Olmaz mı hiç! Mekanın ruhu onun kültürel karakteri, yani o mekanda yaşayan insandır. Mekanın ruhu, o mekanda yaşayan insanların geçmişi, alışkanlıkları, yemek kültürleri, yaşam biçimleri, aklınıza gelebilecek tüm sosyo-kültürel ve sosyoekonomik karakterleridir. Bunların bir kısmı somut olmayan kültürel miras diye sıklıkla duyduğunuz peyzaj karakterleridir. İşte bu ruh güzelse, o mekanlar da çekicidir. Emin olun, istisnası yoktur: “ruh güzelse, mekan güzeldir”. Bugün birçoklarımızı özellikle tatil dönemlerinde kırsal ve organik dokulu yerleşimlere çeken, örneğin doğup büyüdüğümüz memleketimize, adalara, Karadeniz ya da Ege köylerinde tatil yapmaya götüren, o ruhtur işte…
Yazlık yolunda onlarca yıl boyunca içinden geçerken, beni içine çekmeyen, bana gri gelen şehir Eskişehir. İşte bu şehir öyle bir şehir ki, ruhu çok güzel. Bağlıyor kendine insanı. Anadolu Üniversitesinden ayrılarak kurulan Eskişehir Teknik Üniversitesiyle üçe çıkan üniversitelerine bağlı genç ve eğitimli nüfusu, temiz sanayi yatırımlarıyla devam eden sanayi gelişimleri, her geçen gün artan ve nitelikli hale gelen kentsel donatıları, her geçen gün biraz daha güzelleşen Odunpazarı Tarihi Sit Alanı, müzeleri, yeşil alanları, en önemlisi ruhuyla Eskişehir, ülkemizdeki diğer şehirlere göre öne çıkıyor. Ne yazık ki özellikle ara tatil dönemlerinde Türkiye’nin en fazla yerli turist çeken destinasyonlarından biri olsa da Eskişehir, genelde gelen ziyaretçiler günübirlik ya da en fazla iki günlük ziyaretlerde bulunduğundan turizmden yeterince çok gelir elde edilemiyor. Şehir, bugünlerde ülkemizin genel anlamda yaşadığı ekonomik durgunluktan da nasibini alıyor haliyle. Diğer birçok şehre göre biraz daha iyi olsa da, özellikle genç nüfusun oransal fazlalığı nedeniyle gençlerin istihdama katılım oranında durgunluk yaşanıyor. Bugünler aslında başka fırsatların ortaya çıkarılması için araştırma ve düşünme vesilesi olmalı. Eskişehir sunduğu olanaklar ve sahip olduğu marka değeriyle yatırımcılar için cazip bir şehir. Her şeyden önce Eskişehir’deki temiz sanayinin desteklenmesi ve sanayi üretimi yapan tesislerin sayısının artırılması gerekiyor. Diğer yandan sahip olunan atıl yapı stokunun ve konut fazlasının bir an önce eritilebilmesi amacıyla gayrimenkul yatırım fonları gibi girişimlerin Eskişehir’e çekilmesi gerekiyor. Eskişehir hala atıl durumda çok fazla tarım alanına sahip. Yerine göre endüstriyel tarım, bazı bölgelerde ise kentsel tarım desteklerinin artırılması gerekiyor. Eskişehir, TKDK fonlarından da ne yazık ki yeterince yararlanamıyor. Belki de bu ve benzeri diğer fonlarla desteklenecek tarımsal yatırımlarla Eskişehir hem kendi kalkınması hem de ülkemizin gıda güvenliğinin sağlanması adına ön plana çıkacak. Ayrıca Eskişehir’in yenilenebilir enerji üretimi anlamında da yatırımcılar için cazip hale getirilmesi için girişimler yapılması gerekiyor. Diğer taraftan sosyal bilimler, sanat ve tasarım merkezli özel üniversite girişimleri, benim de yıllardır hayalini kurduğum yaratıcı endüstriler ve tasarım vadisi gibi projeler, Eskişehir’in ruhuna ve karakterine çok uygun projeler.
Bunları ve benzeri tedbirleri Eskişehir Ticaret Odası, Eskişehir Sanayi Odası ve benzeri aktörlerin liderliğinde bir an önce hayata geçirmemiz lazım. Zira geçirmezsek o güzel ruhun yüzündeki mutsuzluk her geçen gün biraz daha artıyor, bedeni grilere bürünüyor olacak.
Herkese iyi haftalar dilerim.