Vücudumuzdaki duyu organları aracılığıyla dış dünya açılabiliyor, böylece onun farklı özelliklerini algılayabiliyoruz.
Gözlerimiz ise dış dünyadan yansıyan ışık ve renklere ilişkin değerlendirmeler yapmamıza olanak sağlayan, en fazla önem atfettiğimiz organlar…
Aslında gözlerimizle değil, beynimizle görürüz. Sonrada gördüklerimizi beynimizin fonksiyonlarından olan akıl ve zekâ işlemcilerinden geçirir, görüntüler hakkında bir kanı ya da yargıya varırız.
Hatta bu da yetmez. Diğer dört duyumuzdan gelen verileri de işin içine katmak gerekebilir…
Eğer sadece gözlerinizle görebilseydiniz, iki gözden hiç tek görüntü elde edebilir miydiniz?
Yüklenilen bu önemli atıf gereği olsa gerek, bazı insanlar sadece gözlerinin gördükleriyle yetinerek düşünmeyi tercih etmektedirler…
Böylece işlerine gelen karalar verebilmek için, beyni ve onun en önemli özelliklerinden olan aklı devreden çıkararak, sadece gördükleriyle düşünüyorlar.
Yani bu akılları gözlerine inmiş olanlar, gördüklerinin arkasındaki gerçekleri hesaba katmadan, her şeyin gördükleri kadar olduğunu sanıyorlar...
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu durumu şu sözüyle ne güzelde anlatmış; “Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma... Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır.”
İşte bu yüzden, kendisini sadece bir organın yeteneğine mahkûm edenler, yanlış hüküm ve neticelere sebebiyet veriyorlar, çoğu zaman…
Kemal Tahir’ in şu sözüyle bitirmek istiyorum, yazımı…
“Görmek bile nispidir. Kaşınan yeri parmak, gözden iyi görür.”
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...