Prof. Dr. Alper Çabuk yazdı
Geçen haftaki Gönül Kırgınlığı başlıklı yazımda İzmir’de yaşadığım köyde özensizce yapılan yollar nedeniyle doğal, fiziksel ve kültürel dokunun nasıl zarar gördüğünü ve bunun bende yarattığı gönül kırgınlığını yazmıştım.
Bu yazıya karşılık ne göreyim, pek çok kişi sözlü ya da yazılı olarak benzer gönül kırgınlığını Hamamyolu Urban Deck Projesi nedeniyle yaşadıklarını ifade ettiler. Aslında Prof.Dr. Recai Dönmez hoca uzun süredir blog yazılarında yapılan tahribatı gözler önüne seriyor. Gerçi benim görebildiğim kadarıyla Hamamyolu Projesini gönül kırgınlığı ile ifade etmek hafif kalır, ortaya çıkacak şey bildiğiniz gönül yarası. Projenin ödül aldığı söylenerek yapılan iş haklı kılınmaya çalışılıyor. Ancak tecrübelerime dayanarak alınan ödülün sadece tasarıma verildiği, tasarımın yapıldığı yerin kültürel nitelikleri, kimliği, geçmişi ve bunlarla tasarımın uyumuna ve ilişkisine hiç bakılmadığını söyleyebilirim. Yani bu tasarımı alıp Türkiye’de herhangi başka bir yere de koysanız aynı ödülü alabilirdi. Oysa tasarım, gerçekleştiği yerdeki doğal, kültürel, sosyal ve hatta ekonomik öğeler bütününde yapılır, yakın çevreyi de gözetir.
Ben Eskişehirli değilim. Eskişehir’e ilk geldiğimde Deliklitaş Mahallesi’nde oturdum. Bir Ankaralı olarak, bu harikulade kentsel dokuda nasıl keyifli anlar yaşadığımı anlatamam. Üstelik daha henüz zemin kaplamasındaki iyileştirmeler de yapılmamıştı o zaman. Hala rayihası belleğimde o keyifli dokunun. İçinde yaşayanlar için belki çok özel gelmeyebilir o doku, ama bence diğer kentlerde yaşayanlar için çok özel. Sadece fiziksel bir çevre değil, içinde pek çok kültürel değeri içeren ve sahip olduğu bu kültürel değerin mutlaka gelecek nesillere taşınması gerektiği özel bir yer. Daha önceden Eskişehir’i ziyaret etmiş, yurtiçinden ya da yurtdışından gelen misafirlerime, nereye gitmek istediklerini sorduğumda, genellikle öncelikli tercihler arasındadır Hamamyolu.
Eğer özensiz ve hoyratça davranacaksan yaşadığımız yerlere, yöneten benim, sadece ben bilirim diyeceksen, ne olur bilme, dokunma… Hizmet vermek adı altında yaptığın işler neticesinde tahrip ettiğin doku, sadece doğal ya da fiziksel bir çevre değil. Orayı tahrip ederken, sadece doğal ve fiziksel çevreyi tahrip etmiyorsun. Kültürel çevreyi de tahrip ediyorsun. Yaygın tabiriyle kültürel çevrenin içinde “somut olmayan kültürel mirasımız” da var. Yani tahrip ettiğin yerde yaşanmışlıklar, yaşama alışkanlıkları, yaşam kültürü de gelecek nesillere aktarmamız gereken miras içinde yer alıyor. Senin hizmet vermek adına, enine boyuna düşünmeden yaptığın o tüm müdahaleler, yaşanmışlıklarımızı, yaşam kültürümüzü, alışkanlıklarımızı ve tabii hatıralarımızı da tahrip ediyor. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler diye işaret ettiği muasır medeniyetlerde, emin ol, bu işler böyle yürümüyor!
Ne demişiz geçen haftaki yazımızda, “Senin tahsilin, bilgin, teknolojin, mühendislerin, mimarların, şehir plancıların, peyzaj mimarların var. Buna rağmen daha fazlasını-iyisini bile yapma. Bu topraklarda atalarının neyi, neden yaptığını anla. O bile yeter aslında… Mevzu yol yapmak değil, yol yapmak mühendislik işi, yapacağın yolu o yere uyumlu ve işlevsel hale getirmek, o yere yakıştırmak sadece mühendislik değil, fiziksel planlama, tasarım işi… Sen ne yapıyorsun, tahsilin, bilgin, teknolojin, mühendislerin, mimarların, şehir plancıların, peyzaj mimarların olmasına karşın? İki-üç tane iş makinesini, iki üç operatörle gönderiyorsun. Kapla diyorsun. Nasıl ve ne şekilde olursa olsun kapla. Kapla ki, kısa vadede günü kurtaralım, beklentileri yüksek olmayan ahalimizin oylarını alalım… Kapla, düşünme sadece kapla… Sorunların üstünü ört gitsin”.
“Senin tahsilin, bilgin, teknolojin, mühendislerin, mimarların, şehir plancıların, peyzaj mimarların var”. Üstelik bunların çoğunu da tanıyorum, işlerinde oldukça yetkin arkadaşlar. Uzaklara gitmene gerek yok, onlara sor. Onların çoğu da başta onlara danışılmış olsa, benim söylediklerimi derlerdi. Ama artık çok geç, ortaya çıkan gönül yarası… Belediyenin ifadesiyle “tarihi Hamamyolu Caddesi'nin mevcut dokusuna modern bir dokunuş kazandırmayı ve kent merkezini yeniden canlandırmayı hedefleyen” bu proje, tam anlamıyla bir gönül yarası Eskişehirliler ve kendini Eskişehirli görenler için…
Geçen haftaki yazımda ekşisözlükten gönül kırgınlığı için yazılmış ifadeleri paylaşmıştım. Onlardan biri olan “gitti kafa” rumuzlu ekşisözlük yazarı ne demiş bakalım yeniden:
““Dönüp baktığınız zaman ilk günkü acıyı, sızıyı ta derinlerde hissettiğiniz ve asla geçmeyen yaradır. Kırgın kalp onarılsa da, kırılıp birleştirilmeye çalışılan, ama bir parçası eksik diye geri kalanının da birbirini tutmadığı vazoya benzer”.
Galiba bu projeye onay verirken gitti kafa… Ama ne yazık ki artık çok geç, bu proje, kırılıp birleştirilmeye çalışılan, ama bir parçası eksik diye geri kalanının da birbirini tutmadığı vazoya benzeyecek...