Prof. Dr. Alper Çabuk yazdı
Çok saydığım, bu ülke için çok önemli işler yapmış bir büyüğüm, canının sıkkın olduğu bir gün “çok yoruldum. Çalışmaktan, mücadele etmekten değil, insanların bana yaşattığı gönül kırgınlığı yordu beni” demişti. Ne demek istemiş, yaşadıkça anlıyorum.
Canım sıkkın ya, merak ettim, baktım gönül kırgınlığıyla ilgili kim ne demiş diye. Malum ekşisözlük var hayatımızda. Baktım en tepede yazılanlara:
“Gönül, bir kere kırıldı mı sevdiğine, hayat daha bir zor geliyor, parçalar yan yana gelmek bilmiyor. Ne yapsan da eski havasını, tadını vermiyor hiçbir şey... Kırılan bir bardak gibi, çatlayan bir ayna gibi, hırpalanmış bir yürek gibi, eski haline döndürmek çok zor çoğu şeyi.. Telafi etmek güç, onarmaksa imkansız... Ne bardağı daha sıkı tutardım, ne aynaya daha iyi bakardım, ne de, kalbini bir daha kırmam deseniz de, nafile... Bardak da, ayna da, gönül de kırıldı bir kere... Eski haline gelemiyor” yazmış tembelkoala.
“Dönüp baktığınız zaman ilk günkü acıyı, sızıyı ta derinlerde hissettiğiniz ve asla geçmeyen yaradır. Kırgın kalp onarılsa da, kırılıp birleştirilmeye çalışılan, ama bir parçası eksik diye geri kalanının da birbirini tutmadığı vazoya benzer. Nereden tutsan elinde kalır yani. Kırgın bir kalp gördün mü kaç, kırmaya en meyilli insanlar kırılmış insanlardır” demiş gitti kafa…
Benim aklımda var bir hikaye, paylaştım daha önce sizinle.
“Çok haylaz ve hoyrat, bu yüzden insanları çok üzen ve kıran oğluna babası bir gün şöyle bir nasihatta bulunmuş. Oğlum her insanı kırdığında ya da üzdüğünde, gönlünü kırdığın ve üzdüğün her insan için odanın kapısının arkasına bir çivi çak… Ne zamanki insanları kırmadan bir gün geçirirsen o çaktığın çivilerden birini sök. Oğlunun hoşuna gitmiş bu fikir. Gerçekten babasının önerisini uygulamaya başlamış. İlk günler çiviler üçer beşer kapının arkasına çakılmaya başlamış… Sonrasında kapının arkasına bakan oğlu, insanları kırmak ve üzmek konusunda biraz daha dikkatli olmaya başlamış. Öyle bir gün gelmiş ki, o gün gerçekten hiç kimseyi incitmemiş ve kapının arkasından ilk çivisini sökmüş. O ilk çiviyi sökmek onun hoşuna gitmiş. Günler geçmiş, kimi zaman birkaç çivi çakılmış, ama çoğu zaman kapının arkasındaki çiviler sökülmeye başlamış. Bir gün oğlu heyecanla babasına gitmiş. Baba demiş gel sana bir şey göstereceğim. Baba oğul kapının arkasına bakmışlar ve kapının arkasında artık hiç çivi kalmamış. Babası oğluna dönmüş ve demiş ki: Bak gördün mü oğlum, kapının arkasında hiç çivi yok. Demek ki artık insanların kalbini kırmamayı öğrendim. Ama bak kapının arkasında hala o çivilerin izleri var, en zoru da bu izlerin kapanması… Bu izler insanları kırdığın zaman onların kalplerinde bıraktığın izler gibi… İşte bu izleri kapatmak öylesine zor ki, en güzeli hiçbir zaman, hiçbir kişiyi kırmamak…”
…………………………………..
Beni bilirsiniz. Ben kırsalın kalkınmasından yanayım, çevrenin korunmasından, doğal ve kültürel zenginliğimizin iyileştirilerek gelecek nesillere aktarılmasından… Hep de söylerim bir insanın söylemi neyse, söylediğini de yapmalı diye. Ben yaptım. Bazı dostlarımla birlikte İzmir’de bir köye yatırım yaptım. Köyün değişmesi için her biri birbirinden güzel ve özel, yüzlerce yıllık evleri, mümkün olduğunca aslına uygun olacak şekilde restore ettik. Geçmişte o bölgenin merkezi olmuş, zamanla terk edilmiş, yalnızlaşmış, metruklaşmış, doğal olarak yoksullaşmış o köyün, eski günlerdeki canlılığının, zenginliğinin geri dönebilmesi, doğal ve kültürel zenginliğinin iyileştirilerek gelecek nesillere aktarılabilmesi için dostlarımla çok emek verdim. Karşıma bir sürü sorun çıktı bıkmadım, usanmadım, mücadele etmekten yorulmadım. Ta ki geçen haftaya kadar. Geçen hafta gerçekten gönlüm kırıldı… Bir günde koca köyün bütünü “yol medeniyettir, nasıl olursa olsun asfalt olsun” diyen zihniyet tarafından katledildi. Mevcut zemin kotu düşürülmeden, drenaj sorunları ve ortaya çıkaracağı sorunlar düşünülmeksizin, altında ne kaldığına bakmaksızın, halı serer gibi, tüm köyü asfalt karasına buladılar.
Aklımda İzmir’de yağmur sonrası dereye dönmüş yol manzaraları. Evlerine su basan, araçlarını suya teslim etmiş insanların feryatları… Kaç afet olması lazım anlamanız için, daha kaç ocak sönmeli, daha kaç eve ateş düşmeli? Yok, ne olursa olsun anlamanız mümkün değil… O asfalt, bir sonraki seçim kampanyasında oy devşirmek için lazım olacak, yoksullaşmış, yalnızlaşmış beklentileri çok olmayan köy halkından. Neyi tahrip ettiğinin, neleri yok ettiğinin ne önemi var bunun yanında?
Bu topraklarda medeniyet kurmuş ataların neden ovalara, akarsu havzalarına, deniz kenarlarındaki deprem maruziyet riski yüksek düzlüklere kurmamış şehirlerini? İşte o ataların aynı sebeple, afetten korunmak kaygısıyla, suyu tekrar toprağa geçiren taş yolun ortasından toprağa geçemeyen kalan yağmur suyunun uzaklaşması için drenaj hattı yapmış. Anlasana, depremlerden korunmak, tarım topraklarına zarar vermemek için, eğimli dağ eteklerine kurulmuş o eski yerleşim yerlerinde, senin asfalt kapladığın o yollar yukarıdan gelen yağmur sularını alandan uzaklaştıramaz, sadece başka yerlere aktarır. Aşırı yağışlarda aktardığı başka yerlerde seller, su baskınları olur. O yüzden taş malzeme kapla o yolları. Senin tahsilin, bilgin, teknolojin, mühendislerin, mimarların, şehir plancıların, peyzaj mimarların var. Buna rağmen daha fazlasını-iyisini bile yapma. Bu topraklarda atalarının neyi, neden yaptığını anla. O bile yeter aslında… Mevzuu yol yapmak değil, yol yapmak mühendislik işi, yapacağın yolu o yere uyumlu ve işlevsel hale getirmek, o yere yakıştırmak sadece mühendislik değil, fiziksel planlama, tasarım işi… Sen ne yapıyorsun, tahsilin, bilgin, teknolojin, mühendislerin, mimarların, şehir plancıların, peyzaj mimarların olmasına karşın? İki-üç tane iş makinesini, iki üç operatörle gönderiyorsun. Kapla diyorsun. Nasıl ve ne şekilde olursa olsun kapla. Kapla ki, kısa vadede günü kurtaralım, beklentileri yüksek olmayan ahalimizin oylarını alalım… Kapla, düşünme sadece kapla… Sorunların üstünü ört gitsin.
…………………………………..
Ne demeli bilmiyorum. Çok yoruldum, çalışmaktan, mücadele etmekten değil, insanların bana yaşattığı gönül kırgınlığı yordu beni… Hani çok sevdiğin birileri, sen hiçbir şey beklemeden sadece onları sevdiğin ve mutlu etmek için bir şey yaparsın da, bir tek sözüyle yakar, yıkar ya ortalığı, işte öylesine kırgınım…
Ne yazmıştı tembelkoala ekşisözlükte gönül kırıklığını tarif etmek için:
“Gönül, bir kere kırıldı mı sevdiğine, hayat daha bir zor geliyor, parçalar yan yana gelmek bilmiyor. Ne yapsan da eski havasını, tadını vermiyor hiçbir şey... Kırılan bir bardak gibi, çatlayan bir ayna gibi, hırpalanmış bir yürek gibi, eski haline döndürmek çok zor çoğu şeyi.. Telafi etmek güç, onarmaksa imkansız... Ne bardağı daha sıkı tutardım, ne aynaya daha iyi bakardım, ne de, kalbini bir daha kırmam deseniz de, nafile... Bardak da, ayna da, gönül de kırıldı bir kere... Eski haline gelemiyor”
İşte öylesine çok kırdınız gönlümü, sadece gönlümü değil, o doğal ve kültürel zenginliği… o köyü… kırıldı bir kere, eski haline gelemeyecek…