Mülteci ve sığınmacı sorunuyla ve çözüm önerileriyle ilgili bir yazı yazmak niyetindeydim.
Mülteci ve sığınmacı sorunuyla ve çözüm önerileriyle ilgili bir yazı yazmak niyetindeydim. Daha iyi bir hayat sürmek umuduyla her şeyini küçük bir bez çantaya sığdırarak Avrupa’ya gitmek için mücadele veren mültecilerin içler acısı hallerini görünce, mülteci sorununa çözüm önerileri sunmak istediğim yazının ana temasının doğru anlaşılamayacağını düşündüm ve bu fikrimden vazgeçtim. Ama yine de şunu söylemek gerekir ki, mülteci ve sığınmacıların farklı yollardan Avrupa’ya geçme arayışında Avrupa’nın bilge bir tavırla üst perdeden daima öğütlediği insani erdemler, insan hakları, yüksek ahlak gibi değerlerin sadece öğütlerden ibaret olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Denizde botları patlatıldı, dövüldüler, biber gazına maruz kaldılar, soğuk havada üzerlerindeki giysiler çıkartılarak geri gönderildiler, ateşli silahlarla vuruldular; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Cenevre Sözleşmesi unutuldu… İnsanlık unutuldu…
Anımsadığım kadarıyla yeryüzünde 60 milyonun üzerinde mülteci var. Göçmen sayısı bundan çok daha fazla; çeyrek milyarın üzerinde. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) bu konuda uyarıyor, artan bölgesel çatışmalar, totaliter yönetimler, iklim değişiklikleri, afetler gibi sebeplerle bu sayı her geçen yıl daha da artacak. İnsanlığın, bu sorunun çözümü için bir şey yapması gerekiyor. Yoksa batı medeniyeti sürekli övündüğü değerlerini daha çok kereler bir kenara bırakmak zorunda kalacak.
Göç deyince söylemeden olmaz. Ülkemizdeki göç sorunu, sadece mülteci ve sığınmacılardan kaynaklı değil elbette. Kırsaldan kente göç akımları, şehirlerimiz üzerindeki baskıyı her geçen gün artırdığı gibi, tarımsal üretimde önemli kayıpların ortaya çıkmasına neden oluyor ve diğer yandan kentlerde işsizlik sorununu giderek artırıyor. Bana göre beyin göçünün ülkemize olumsuz etkisi, Türkiye’den Batı’ya giden kişilerden daha çok, kırsaldan kente göçen kişilerle daha fazla ortaya çıkıyor. Zira kırsaldan kente göçle, o bölgede binlerce yılda oluşmuş olan tarımsal üretime dair bellek yitiriliyor. Çevreyle nasıl uyumlu yaşandığı, inşaatların ve yemeklerin nasıl yapıldığı, gelenekler ve görenekler gibi o bölgeye özel değerler giderek unutuluyor. Aslında bu değerler bana göre bir yandan sürdürülebilir kalkınmamız için gelecek nesillere aktarmamız gereken en önemli değerler, diğer yandan bizi biz yapan kültürel zenginliğimiz ve somut olmayan kültürel mirasımız. İşte bu yüzden ülkemizi olumsuz etkileyen en önemli beyin göçü, kırsaldan kente göç… Bu göç tarımsal üretime önemli oranda zarar vererek ülkemizin yakın gelecekteki gıda güvenliğini ciddi tehdit altına alıyor.
Geçen hafta Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) tarafından hazırlatılan “Sürdürülebilir Büyüme Bağlamında Tarım ve Gıda Sektörünün Analizi” başlıklı rapor kamuoyuna açıklandı. Tanıtım toplantısında raporla ilgili konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, Türkiye’nin güvenilir bir tarım politikasına ihtiyaç duyduğuna işaret ederek, “Gelecek nesillerimiz için kuşaklar boyunca bereketli topraklarımızın bize sunduğu miras olan tarım sektörünü geleceğe taşımak ile yükümlüyüz. Tarım, insanlığın beslenmesinde, sanayi sektörüne hammadde sağlanmasında, kırsal kalkınmada, istihdam artışında ve dış ticarette döviz kazanımında önemli rol oynuyor. Tarımı ihmal eden ülkeler geleceklerini tehlikeye atar. Biz onlardan olmayalım. Tarıma sanayileşme kadar önem vermek gerekiyor. Artan girdi fiyatları ve bundan etkilenen gıda enflasyonu, çok sayıda oyuncunun olduğu uzun tedarik zinciri, yetersiz sektörel örgütlenme ve finansman sıkıntısı gibi sorunların olduğu bir yapıda en büyük sıkıntıyı üretici yaşamaktadır. Tarım sektörü, bugün dünya nüfusunun dörtte birinden fazlasını istihdam ederken, günde 7 milyar dolarlık bir üretim değeri oluşturuyor. 2030 yılında dünya nüfusunun 8,5 milyara, Türkiye nüfusunun da 90 milyona yaklaşacağı öngörülüyor. Geleceğin nüfusunu beslemek için bugüne oranla daha az çiftçi, yaklaşık yüzde 50 daha fazla tarımsal üretim yapmak zorunda kalacak. Dünyaya yetecek kadar gıdanın sağlanabilmesi için tüm tarım ve gıda sisteminin bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Türkiye’nin tarım sektöründe atması gereken önemli adımlar var. Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise yedinci büyük tarım alanına sahip olmamıza rağmen verimli arazi ve yatırım yetersizliğinden, ArGe kapasitesi düşüklüğünden, teknoloji ve inovasyon konusunda farkındalık eksikliğinden söz ediyoruz. Dijitalleşmenin ve yeni teknolojilerin sunduğu fırsatlar doğru değerlendirilirse, Türkiye ekonomisine büyük katkı sağlanacak, ülkemizin küresel pazarlardaki duruşu güçlenecektir” dedi. Tanıtım toplantısında konuşan OECD Gıda ve Tarım Komitesi Başkanı Metin Akman ise Türkiye’nin tarım topraklarını ve suyunu kaybettiğine dikkat çekerek, “Gelişmiş ülkelerde orta gelirli kesim maaşının yüzde 10-15’ini gıda ürünlerine harcarken bu rakam Türkiye’de yüzde 50- 60’ civarında. Türkiye’de gıda enflasyonu düşmeyecek, gıda enflasyonunun baskısı artacak diye düşünüyorum” vurgusunu yaptı.
***********
Baktım yazı uzamış gitmiş. Ortadan ikiye böldüm. Devamı haftaya deyip, herkese iyi haftalar dileyelim…