“Göç ve Tarım” başlıklı yazımı Mart ayı başında, devamını bir sonraki haftaya bırakarak yarım bırakmıştım
“Göç ve Tarım” başlıklı yazımı Mart ayı başında, devamını bir sonraki haftaya bırakarak yarım bırakmıştım. Ancak Mart ayının ikinci haftasından itibaren ülkemizi çok büyük bir hızla saran COVID 19 salgını gündemi nedeniyle yazmış olduğum yazımın diğer yarısı kifayetsiz kaldı ve bir türlü düzeltme fırsatım olmadı. Yeni bir yazı yazacak olsaydım, “Göç, Tarım ve COVID 19” başlıklı bir yazı yazmayı yeğlerdim. Zira COVID 19’un ülkemiz açısından yaratacağı önemli sorunlardan birisi de önümüzdeki yıl içinde tarımsal üretimde hafife alınmayacak bir düşüşe neden olacak olması. Mart başında yarım kalmış “Göç ve Tarım” başlıklı yazımın COVID 19’a bağlı güncellenmiş ikinci yarısını bugün sizlerle paylaşacağım.
Yazımın ilk yarısını anımsatmak gerekirse, yazım kırsaldan şehre göçle kırsaldaki tarımsal üretimin ciddi anlamda düştüğünü belirtiğim bir çerçevedeydi. Tarımsal üretimin düşmesinin ülkemiz insanının gıda güvenliği için ciddi bir tehdit olduğu açık. Ayrıca tarım sektörü sanayi için de hammadde kaynağı. Bu kapsamda tarım sektöründe çözüm arayışları içinde olan Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) tarafından hazırlatılan “Sürdürülebilir Büyüme Bağlamında Tarım ve Gıda Sektörünün Analizi” raporundan Göç ve Tarım başlıklı yazımda bahsetmiştim. Rapor gerçekten çok doğru tespitler içeriyordu.
Raporun Mart ayı başında yapılan tanıtımın toplantısında konuşan TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, “Türkiye’nin sürdürülebilir bir gıda güvenliği ve güvenilirliği sistemine ihtiyacı var. Tarıma, sanayileşme kadar önem vermek, yatırım yapmak durumundayız. Tarımı ihmal eden ülkeler geleceklerini tehlikeye atar. Biz onlardan olmayalım” derken, “Tarım ve gıda sektörümüzün yapısal sorunlarını çok iyi biliyoruz” diyen TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski ise “Tarım ve gıda olmazsa, biz de olmayız. Düşük tarımsal verimlilik, ülkemizin uzun vadede kendi kendine yeter bir ülke olma niteliğini riske sokuyor” diye konuşuyordu. Kaslowski konuşmasına, “Tarımsal arazi hacmi bakımından, dünyada ilk on ülke arasındayız. Buna rağmen tarımsal verimliliğimiz ve sektörde yaratılan katma değer maalesef arzu edilenden az. Düşük tarımsal verimlilik ülkemizin uzun vadede kendi kendine yeter bir ülke olma niteliğini riske sokuyor. Üretici örgütlenmelerinin zayıflığını, üreticilerin katma değerden aldıkları payın düşük olmasını, iyileştirilmesi gereken alanların ilk sıralarında görüyoruz. Sektörün yıllardır yaşadığı yapısal sorunlar yanı sıra, iklim değişikliği, artan nüfus, azalan doğal kaynaklar, göç gibi, tüm dünyanın da sorunu olan konular, gündemi daha da zorlu kılıyor. Neticede, tarım sektörümüzün potansiyelini gerçekleştirmesi için önümüzde tüm paydaşlar olarak azimle ele almamız gereken hacimli bir öncelikler listesi var. Hızla değişen küresel dinamikleri dikkate alan ülkeler, rekabetçiliklerini artırmak için avantajlarının olduğu sektörleri ön plana çıkarıyor. Oysa tarım ve gıda sektörüne, salt ülkelerin rekabetçiliği merceğinden bakmak, son derece eksik bir bakış oluyor. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre, dünya nüfusu 2050 yılına kadar yaklaşık 10 milyara çıkacak. Bu durum da, şu anki gıda üretiminin yaklaşık %60 oranında artması ihtiyacı anlamına geliyor. İklim değişikliğine bağlı sel, kuraklık gibi, ekstrem hava olaylarının ise, gıda fiyatlarını 2050 yılına kadar %45 oranında artırması bekleniyor. Bu veriler de gösteriyor ki, gıda değer zinciri tüm dünyanın gıda güvencesi ve sürdürülebilirliği için kritik önemde. Dünya’mızda yaklaşık 815 milyon insan, kronik olarak yetersiz beslenirken, üretilen gıdanın üçte biri kayboluyor. Depolama ve altyapı eksikliği, küçük üreticilerin pazara erişim sorunları, gıdanın, daha tüketiciye erişemeden kaybolmasının ana nedenleri. Ülkemizde örneğin, yaş sebze ve meyvede kayıp oranının %50’ler mertebelerine ulaşabiliyor olması, bu konuyu kritik öncelikler arasına taşıyor. Sektörün durumuna bakarken bir diğer merceğin de kentleşme olması gerekiyor. Türkiye nüfusunun %90’ından fazlası şehirlerde ve ilçelerde yaşıyor. Sektördeki ölçek sorununa, kırdan kente göç, yaşlanan tarım nüfusu gibi etkenleri de eklediğimizde konunun sosyal öncelik alanları da netleşiyor. Tarımı gençlerin, girişimcilerin ilgi alanına çekmeliyiz. Bu çerçevede, eğitim reformunun ve teknolojik gelişmelerin kayda değer rol oynayabileceğine inanıyorum. Şimdiye kadar tarım ve gıda sektörünün, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin sunduğu fırsatları uygulama konusunda, görece, geride kaldığını görüyoruz. Nesnelerin İnterneti, yapay zeka ve blokzinciri teknolojilerinde farkındalığın artması sektörün yarattığı katma değeri tetikleyecektir. Ülkemizde, tarımda teknoloji kullanımını yaygınlaştırmayı görev edinmiş şirketleri ve start-up’ları memnuniyetle takip ediyoruz. Artık dijitalleşmenin etkilemediği sektör yok. Tüketiciler istedikleri yerden, istedikleri zaman, istedikleri ürüne ulaşabiliyor; fiyat karşılaştırması yapabiliyorlar. Teknolojideki bu gelişimi, sektörde daha sorumlu ve kontrol edilebilir üretime ve ticarete de katkı sağlaması rolüyle önemli buluyorum. Öte yandan, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarını gerçekleştirmek tarım ve gıda sistemlerinin radikal dönüşümünü gerektiriyor. Bu da daha etkin üretim, sulama, lojistik, perakende ve tüketici politikalarına ihtiyaç gösteriyor. Sektörde öngörülebilirliğin artırılması için düzenleyici kurulların rolleri; gıda enflasyonu; örgütlülük; lisanslı depoculuk; dış ticaret düzenlemeleri diğer iyileştirmesi gereken alanlar. Yatırımın artırılması ve altyapının geliştirilmesi bağlamında, güçlü finansman mekanizmaları tetikleyici etki yapacaktır. Ar-Ge ve inovasyonun güçlendirilmesi için odaklı destekler faydalı olacaktır. Tarımsal üreticilerin kapasitelerinin güçlendirilmesine yönelik politikaları ise, tüm değer zincirinin en önemli halkalarından biri olarak görüyoruz.” şeklinde devam ediyor ve aslında rapor kapsamında da vurgulanan tarım sektörünün önemi, karşılaştığı sorunlar ve çözüm önerilerine dair kısa bir özet sunuyordu.
Ülkemizin sürdürülebilir büyümesi bağlamında tarım ve gıda sektörünün sorunları ve çözüm önerilerini içeren TÜSİAD tarafından hazırlanan bu rapor, beklenmedik COVID 19 salgınıyla birlikte aslında yarım ve kısmen etkisiz kalmış oldu. Sonuçta COVID 19’un yaratacağı etkilerden en fazla etkilenecek konulardan birisi de tarım ve gıda güvenliği aslında. Önümüzdeki bir ay, ülkemizin dört bir yanında bitkisel üretim için ekim ve dikim ayları. Milyonlarca tarım işçisi ve çiftçi önümüzdeki günlerde üretime başlayacağı, ekilecek veya dikilecek olan tarımsal üretim alanları için yüzbinlerce mevsimlik tarım işcisi ve ailesinin harekete geçeceği düşünüldüğünde, COVID 19 hem bu kişiler için risk anlamına geliyor, hem de bu kişiler üretime dahil olamayacak olursa, önümüzdeki yıl bitkisel tarımsal üretimde ciddi bir düşüş olması sorununu beraberinde getiriyor. COVID salgınına bağlı olarak bu süreçte çalışan mevsimlik işçilerin ve tarım işçilerinin önemli bir bölümünün çalışması mümkün olamayacak belki de. Diğer taraftan konu, sadece tarımsal üretimle de sınırlı değil. İnsanların besin depolama eğilimi, gıda sanayinde ortaya çıkabilecek hammadde ve üretim kısıtları, önümüzdeki yıl içinde gıda arzında önemli sorunlar yaşayacağımızı gösteriyor. Bu da paralelinde yüksek gıda fiyatlarının ortaya çıkmasına, belki de bazı gıda maddelerinde kıtlık yaşanmasına neden olabilecek gibi bir tabloyu kaçınılmaz kılıyor. Bu bakımdan TÜSİAD, MÜSİAD, Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Ziraat Odaları Birliği gibi ülkemizin etkili STK’ları bu konuyu da ülke gündemine taşımalılar. Zira COVİD 19’a bağlı tarımsal üretimdeki düşüş sanayi için de ciddi hammadde sorunlarının ortaya çıkmasına neden olacak ve toplumumuzun gıda güvenliği için büyük bir tehdit oluşturacak gibi gözüküyor. COVID 19, ülke ekonomilerine kalıcı tahribat bırakacak doğal olarak ama konu sadece ekonomi değil, en temel insan gereksinimi olan gıdanın güvenliği de aynı zamanda.
Son iki haftadır yazımda COVID 19’un sadece bir salgın olmadığını, dünya düzenini değiştirecek etkilere sahip olacağını belirtmiştim. COVID sonrasının dünya ve tüm toplumlar açısından daha yaşanabilir, daha güvenli ve daha adil olmasını diliyorum. İnsanlığın bunu başarabilecek tecrübesi, bilgisi, aklı ve iradesi var sonuçta... İnşallah salgın bir an önce biter ve daha uzun yıllar sağlıklı ve mutlu günlerde yazılarımı sizlere ulaştırma şansına sahip olurum. Herkese COVID 19’a ve olası etkilerini azaltmaya yönelik en temel silahımızın bireysel hijyen ve sosyal izolasyon kurallarına uymak olduğunu anımsatarak, sağlıklı günler diliyorum.