Geçmiş dönemlerde insanoğlu çevreden kaynaklı sorunlardan ve gelebilecek tehditlerden kendini koruyabilmek ve hayatını sürdürebilmek için eldeki sınırlı kaynaklar ve olanaklarla barınmak için yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışmış. Aslında bu yolla bugün ekolojik mimarlık ve sürdürülebilirlik adına söylediğimiz birçok şeyi bilmeden hayata geçirmiş. Çevreden kaynaklı olabilecek tüm sorunları ortadan kaldırabilmek için kendine atalarından aktarılan deneyimlerle yaşadığı yerin özelliklerine uyumlu yerleşim alanları inşa etmiş.
Bugün bu, hala gezegenimizde teknolojiden kısmen az yararlanan pek çok yerde sürdürülen bir alışkanlık. Bu, ekolojik olmak kaygısıyla yapılan bir şey değil, sadece hayatını sürdürebilmek kaygısıyla yapılan bir şey. Çünkü bu koşullarda insanoğlu, elinde olan sınırlı imkanları doğadan gelecek tüm olumsuzluklara karşı en iyi şekilde kullanmazsa, bu olumsuzluklar hayatını sürdürebilmesine engel olur. En yalın haliyle anlatmak gerekirse, sürdürülebilirlik özünde böyle bir şey. Hayatını sorunsuz şekilde sürdürmek istiyorsan, gezegeni ve onu oluşturan sistemleri anlayacaksın; elindeki sınırlı kaynakları en iyi şekilde kullanacak, israf etmeyeceksin. Gezegeni ve gezegeni oluşturan sistemleri tehdit etmeyeceksin ki, o da seni afetlerle ve çevre sorunlarıyla tehdit etmesin. Yani özetle içinde yaşadığın çevreye rağmen, ona karşı değil, onunla uyum içinde yaşamını planlayacaksın. Mimariye geldiğimizde de işler aynen böyle, ekonomiye ya da sanayiye baktığımızda da işler böyle. Sonuçta yapmak istediğimiz sınırlı kaynaklarla sınırsız olan insan gereksinimlerini gelecek nesillerin de ihtiyaçlarını göz ardı etmeden karşılamak. Böyle yapmazsan, kurduğun düzende yerleşim yerlerinin bir kısmı afet riski ve çevre sorunlarına maruz kalır, yoksulluk, sağlık problemleri artar, toplumsal olarak gelir adaletsizliği ortaya çıkar, toplumun büyük kesiminin direnci kırılır ve afetlere ve diğer sorunlara karşı dirençliliği düşük bir toplum yapısı ortaya çıkar.
Anadolu’da bir çok eski yerleşim yeri yukarıda bahsettiğim kaygıları gözeterek kurulmuş. Eskişehir’de böyle örneğin. Ovaya yerleşmek yerine, bugün Odunpazarı Tarihi Kentsel Sit Alanı olan bölgeye yerleşmiş Eskişehir halkı. Aslında hem depremlerden kendini korumuş, hem de ovadaki sel ve taşkın riskinden. Bugün hala şiddetli yağan her yağmurda, Eskişehir’de birçok bölgede su baskını oluyorsa, işte bu unuttuğumuz alışkanlıklarımız nedeniyle. Nasılsa teknolojik olanaklarım var, neden anlamaya çalışayım yerleşeceğim yerin özelliklerini, gelişmişliğim ve teknolojimle karşı durabilirim çevreden gelecek tehditlere kibriyle. Oysa ki, Eskişehir’de geçmişte yaşayan insanlar, Odunpazarı Bölgesine yerleşirken, bu kibirden uzak şekilde yerleşmişler o yamaçlara. Hem afetlere karşı korumuşlar kendilerini hem de ovada verimli toprakları ve su havzasını korumuşlar. Yani Eskişehir’i kendilerine yetebilecek bir sürdürülebilirlikte yaşamlarına dahil etmişler.
Yıllar evvel Palu’ya gitmiştim. Yeni Palu merkezi Murat nehrinin kıyısında yer alan düzlüklere kurulmuş. Dolayısıyla hem nehre karşı savunmasız hem de nehrin on milyonlarca yıldır taşıdığı alüvyon tabaka üzerinde depremlere karşı savunmasız. Öte taraftan bu on milyonlarca yılda oluşmuş düzlükler sulu tarım ve tarımsal üretim açısından eşsiz değerlerde alanlar. Ama bölge tarihi milattan önceki yıllara dayanan oldukça eski bir yerleşim yeri. Bölgede bilinen en eski kavimler Hurriler, Hititler ve Urartular. Palu geçmişte Sophene Krallığının başkentliği yapmıştır. Palu daha sonra sırasıyla Roma, Bizans, Arap ve tekrar Bizans egemenlikleri altında kalmıştır. Malazgirt Meydan Muharebesi ile bölge Selçuklu hakimiyetine geçmiştir. Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra Palu, daha sonra Osmanlı hakimiyeti altına girmiş ve bu dönemde Kuzey-güney hattı üzerinde önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.
İşte böylesine eski bir yerleşim yerinin geçmişte nerede kurulduğuna baktığınızda planlama ve tasarım öğrencilerine öğreteceğiniz derslerle karşılaşıyorsunuz. Eski Palu olarak yerleşilen bölge Murat nehrinde uzak bir yamaçta oldukça kayalık bir zeminde kurulmuş. Böylece bölge halkı sadece kendini düşmanlara karşı korumamış, deprem ve sellere karşı da korumuş. Bugünkü bilgi ve deneyimim, planlama ve tasarım amacıyla ileri düzeyde kullandığım coğrafi bilgi teknolojileri yardımıyla yerleşim yeri seç deseler, seçeceğim yer olsa olsa bundan binlerce yıl önce Palu’da yaşayan insanların seçtiği yer olurdu. Anadolu topraklarında bunun binlerce, on binlerce örneği var. Bu örnekler, hem üst ölçekte yer seçimi ve planlama kararları açısından hem de en alt ölçekte yapılardaki uygulama detayları anlamında inanılmaz sürdürülebilirlik çözümlerine sahip. İşte biraz önce bahsettiğim öğrencilerimize anlatmamız gereken ve yerleşim yerlerimize aktarmamız gereken dersler, bu detaylarda saklı. Bu detaylar, gelecek nesillere aktarılması gereken en önemli kültürel miraslardan.
Yazacağım başka örnekler de var hayatımdan. Anlattığınla yaptığın bir olsun düsturuyla yıllardır kendi olanaklarımla yerleşim şeklinin ve eski yapılarının korunması çabası içinde olduğum İzmir Karaburun Yarımadasındaki Eski Mordoğan Köyü bunlardan biri. Yazı çok uzadı, bunları gelecek haftaya bırakalım. Bu ve benzeri konuları, bu hafta Salı günü Eskişehir Teknik Üniversitesi ve Doğu Akdeniz Üniversitesi olarak, Eskişehir Mimarlar Odası ve Kıbrıs Mimarlar Odası ile işbirliği ile gerçekleştireceğimiz uluslararası katılımlı Geleneksel Mimariden Sürdürülebilirlik Dersleri isimli etkinlikte konuşacağız.
İlgi duyan herkesi bekleriz.