Gazeteci kime denir, niye denir derdim bu değil!
Umurumda da değil işin aslını sorarsanız…
Benden bir tanımlama yapmamı isterseniz işte buyurun;
“Gazeteci; kalemini hiçbir zaman eğmeyen, satmayan ve her türlü tehdit karşısında inançlarından zerre ödün vermeyen, tarihe doğru tanıklık eden ve on okka yüreği olan meslek sahibine denir…”
Bir kişi üzerinden örnek ver diyorsanız tabii.
Uğur Mumcu…
Yazımın ilk satırına dönelim mi?
Gazeteci kime denir, niye denir?
Şimdi verdiğim örneklemelerin eşittirinden siz en doğru yanıtı verirsiniz kanımca. Bu ülkede de başka ülkelerde de yiğit gazetecilere uygulanan zalimliklerin nice örneklemeleri var tarih sayfalarında. İktidarlara baş eğmeyen, rüzgârgülü olmayan, kalemini satmayan nice gazeteci özgürlüğünden de, sevdiklerinden de, yaşamından da edilmiştir. Ne ilginçtir ki her devrin yağdanlıkları olan tırnak içi gazeteciler dünyada zevk-i sefa içinde yaşasalar da öldükleri günün ertesinde adları dahi anılmaz olmuştur…
‘Gazeteciliğin yereli yaygını (ya da ulusalı) olmaz’ diyor Deniz Çağlar Fırat kardeşim. Öyle ya nasıl ki yerel hâkim, yaygın hâkim denmiyorsa; nasıl ki kasaba doktoru, şehir doktoru diye kategorize edilmiyorsa meslekler! Deniz haklı, gazeteciliğin de yereli yaygını laf kalabalığından gayrı bir şey değil…
Gazetecilere saldırı tarihin her döneminde oldu.
Hani Osmanlı özlemi ile yanıp tutuşanlar da bilsin ki o dönemlerde de çok acımasızlıklar örneklendi! Şimdi yok mu sanki? Şimdi de var, ne acıdır ki hukukun üstünlüğü kavramının hayata geçirilemediği her coğrafyada olmaya devam edecektir…
On beş milyonluk İstanbul’da da, sekiz yüz bin nüfuslu Eskişehir’de de durum aynıdır. Çok okunan gazetelerin emekçileri geniş kesimler tarafından tanınır doğal olarak. Aradaki bariz ve tek fark da budur!
Eskişehir’de toplam sekiz gazete var.
Bu gazetelerde her gün üretmek ve düşüncelerini (köşelerinden) insanlarla paylaşmak durumunda olan kanımca bir avuç insan var. Haydi, bir de bunlara muhabirleri, televizyon emekçilerini katın toplam iki avuç olsun…
Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği adında da iki oluşum var. İkisinin de bünyesinde sayıları çok olmayan üyeleri var.
Gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Cihan Yıldırım’ın başına gelenleri bilmeyen kalmamıştır kanımca. Evinin önünde iki kişi tarafından darp edildi. İki insan demiyorum dikkat ederseniz, iki kişi tarafından! Daha olayın yaşandığı saniyelerde benim telefonum acı acı çalıyordu. Güvence’li bir ses telefonun diğer ucundan telaş içinde şunları söylüyordu:
‘Hocam eşimin sağlık durumu yüzünden refakatçi konumumdan ötürü kıpırdayamıyorum ama Cihan kardeşimiz evinin önünde şu an darp ediliyormuş. Duyarlılığınızı bildiğim için ilk sizi arıyorum…’
Anında telefonu kapatıp Cihan’ı aradığımda olayın doğru olduğunu ve kendisini darp eden iki kişinin tabanlarını yağladıklarını öğrendim. Evinin adresini aldım ve bu konuşmadan en fazla on beş dakika sonra evininin önündeydim. Sağlık kontrolü için polis nezaretinde hastaneye, oradan da emniyete gideceğini öğrendim. Soner Yüksel ile aynı zamanda olay mahallindeydik. Cihan Yıldırım’ın emniyetteki ifadesi sırasında gazeteci ya da medya mensubu kimlikli sadece altı (hadi siz yedi deyin) kişi vardık arkadaşımızı sahiplenmek adına…
Olaydan birkaç gün sonra niceleri kınama mesajları yolladı.
Niceleri “bu vahim olayı” şiddetle protesto etti!
Lakin bilinmesini isterim, tarihe not düşülmesini isterim ki olayın yaşandığı gece iki elin parmak sayısından az gazeteci vardı arkadaşımızın yanında…
Tabii ki varmak istediğim bir yer var.
Keşke (tüm kalbimle isterdim ki) pek çok gazeteci olsaydı o an emniyette. Gazetecilerin örgütlendiği kuruluşların başkanları olsaydı keşke. Milletvekillerinden (o parti şu parti umurumda değil) bazıları olsaydı bari. STK temsilcileri olsaydı, sendika temsilcileri olsaydı, yerel yöneticiler olsaydı, partilerin il başkanları olsaydı keşke…
Hiçbir gazeteci, medya mensubu Cihan Yıldırım’ın başına gelenlerden ötürü “oh olsun hak etmişti kerata” türünden düşünceler beslemiyor, sinsice sırıtmıyordur buna eminim! Çünkü bugün Cihan’a yapılanların yarın kendi başlarına da gelebileceği empatisini kuracak kadar sağduyuları-vicdanları da sağlamdır çok eminim. Geçmiş olsun mesajlarını paylaşan toplum önderleri, siyasiler, yöneticiler de samimidirler tabii buna da eminim. Kim ister ki bir gazetecinin evi önünde darp edilmesini, kimin vicdanına sığar ki? Ama keşke olayın yaşandığı gece sözünü ettiğim insanlardan pek çoğu bir gazeteciye kalkan ellerin hukuk önünde yargılanması adına Yıldırım’ın yanında olabilselerdi! En azından meslektaşları olabilselerdi!
Cihan’dan yirmi gün önce de sosyal medya üzerinden benimle ilgili bir tezgâh girişiminde başarılı olamadı bazıları. 2009-2010-2011 yıllarında Eskişehir’de peş peşe yapılan “Türkçe Olimpiyatları” adlı düzmece organizasyonlarda o Amerikan maşası FETÖ’yü göklere çıkaranlara (methiyeler dizenlere) dikkat çekmekteyim bir buçuk aydır. Ne tesadüftür ki bu kararlı duruşum sonrasına denk geldi sosyal medya üzerinden saldırılar. 60 yıllık bir ömürde ekmek kadar su kadar temiz bir mazisi olan insanın açığını bulamayanlar ne gerekçelerle suçluyorlardı beni biliyor musunuz? Hayatımın her alanında ATATÜRK tişörtü giymemden, Atatürk militanı olmamdan…
Şaşırmayın, inanın tek suçlamaları bu! Ve bu görsel duruşumun tahrik unsuru olduğunu söyleyebilecek kadar da muhakeme yetilerini kaybetmiş bu garibanlar! Atatürk’ün resminden tahrik olmak ve Atatürk militanı yakıştırmaları ile beni suçlu göstermek. Hatta beni birilerine işaret ederek hedef göstermek! Gazeteciye şiddet kabul edilmesine edilemez de, şiddeti salt darp olarak algılamak da ne denli doğrudur acaba? “Atatürk militanı” yakıştırması onurdur bizim için sadece ama bu tanımlama ile birilerine hedef gösterilmem de şiddetin kurnazca olanı değil midir? Kimi Cihan’da denenen şiddetle, kimileri de bende denenen şiddetle amacına ulaşacağını sanıyorsa şunu gözden kaçırmamalı! Kime kalmış ki dünya?
OZANCA
Yorulsam da yine bana hız gelir
Sitemi cefası kahrı az gelir
Bu hayatın tüm çilesi vız gelir
İstediği kadar gelsin üstüme…