Futbol Ekonomisinden söz ediyorum...
Evet, futbol dünyanın en rağbet gören sektörlerinden artık!
Şirketleri, çalışanları, tesisleri, cirosu, hatta ihracatı dahi var. Otomotiv sektörü, tekstil sektörü, demirçelik, cam, plastik, elektrik, elektronik gibi akınıza gelen bu sektörler gibi yeryüzünde geniş bir karşılık bulan alandır futbol sektörü de. İki yüz milyar doları geçtiği söylenen futbol sektörünün, dünyamızda bir milyar insanı istihdam ettiğinden bahsediliyor. Şirketleşen ve borsaya açılan futbol kulüplerin değeri, milyar dolar düzeyine yaklaşıyormuş…
FİFA’nın verilerine göre Türkiye, futbolcu sayısı en yüksek yirmi ülkeden biri. 2002 itibariyle yeşil sahalarda 1 milyon 675 bin 865 futbolcu top koşturuyor. Bunlardan 1175’i 1. ligde oynuyormuş…
Futbol gerçekten de devasa bir sektör bunu elbette ki kabul ediyorum. Kabul edemediğin ne efendi diyenleri hissediyorum tabii.
Efendim, naçizane 25 yılını Milli Eğitim Ordusu’nda dolu dolu yaşamış bir beden eğitimi öğretmeniyim. 1972-75 yılları arasında Bilecik Amatör Ligi’nde - Polatlı Sitespor ve Devlet İstatistik Enstitüsünde futbol da oynadım. Yani hayatımı idamemde sporun çok önemli bir yeri var bunu belirteyim. Yani okulunu okudum sporun. İyi ki okudum! Kargadan başka kuş tanımayan toplumda spor deyince aklıma direkt futbol çağrışım yapmaz. Hiç değilse bunu öğrendim, sporun farklı ve birbirinden güzel farklı branşlarının da olduğunu öğrendim, kanıksadım. Salon sporlarındaki zarafeti, salon sporlarını tercih eden kitlelerin eğitim seviyesinin-insani niteliklerinin daha da geliştiğini hissedebildim…
Televizyon kanalları yüzlerce, istemediğiniz kadar!
İşlev olarak bakın, iki ya da üçü geçmez nitelikli kanallar.
Yüzlerce işe yaramaz kanallarda yüzlerce futbol programları var.
En yaygınından, en baygınına kadar hemen hepsinde gani gani!
Hepsi, ama istisnasız hepsi futbol ile yatıp, futbol ile kalkıyorlar.
Ben diyeyim iki saat, siz deyin dört saat fasılasız oynanmış ve oynanacak olan futbol maçlarının muhabbetini yapıyorlar. Yandaş olanlar övgü, kindaş olanlar da sövgü dolu sözlerle bıtbıtlanıyorlar saatler boyunca. Hele kısaca ROK diye anılan (lakabı) her halta maydanoz tipler var ki ağzını her açtığında irin akıyor, gübre akıyor. Küfürler ve tehditler kırla giderken, izlenme oranlarının tavan yaptığını dile getirerek kurbağa misali şişiniyor alayı.
En iğrendiğim yan da yendikleri hafta “kral” ilan ettikleri teknik direktörü, yenildikleri hafta itin kıçına sokup çıkarmaları. Bir hafta önce kahraman ilan ederek adeta yaladıkları futbolcuyu, bir hafta sonra vatan haini ilan ediyorlar. Bukalemunların bile bu denli hızlı değişen yorumcular (!) karşısında renkten renge girdiğini düşünsenize! Sosyal bilimciler yıllar öncesinden 3F diye bir kavramı (gerçeği) dile getirmişler. İspanya başta olmak üzere; dünyadaki nice ülkede futbolun seyrinin güzelliği kadar, kitleleri düşünmekten alıkoyan hatta muhalif kitlelerin direncini kıran yanını dile getirmişler. Yüksek okul yıllarımda bu gerçeği öğrendiğim an itibarı ile sıdkım sıyrılmıştır işte futboldan…
Futbol izlemekten keyif alan, hafta sonları bu işi hobi haline getiren, kendi gibi arkadaş gurupları ile hayatına bir nebze olsun renk katan insanlara zerre kadar densizlik etmek değil amacım. Toplumumuza hayatı dar eden erklerin yapamadığını, toplumu güldürmek bir yana acı yumağına dönüştürdüğü böylesi günlerde futbol sayesinde mutlu olmalarına saygı duyuyorum. Öküz altında buzağı aramaya kalkan bazıları iyi bilsin ki benim vurgulamak istediğim konu bu değil. Masum insanların minik mutlulukları değil dokundurmak istediğim. Konu çok net! Devasa bir sektör olmuş futbol gerçeğini, kitleleri uyuşturmak ve hatta kanlı bıçaklı biçimde birbirlerine düşürmeyi iş edinmişleredir sözüm. Bir hafta önce söylediklerini yalayıp yutup, bir hafta sonra bambaşka görüntüyle kitlelere takıyeyi öğreten sözde akilleredir (kerameti kendinden menkul emmileredir) göndermelerim…
Sporun medyaya yansımasındaki sığlıktır rahatsızlığım. Adından da anlaşılacağı üzere AMK diye bir isimle, spor gazetesi kimliği ile kabul gören zihniyetedir. Bunun karşısında SİNK adı altında bir başka gazete çıkmadığı için şükür etmiyor da değilim!
“Golü Burhan Eşek attı” manşetli bir gazeteyi masum bir hatasından dolayı affedebilirsiniz! Yılların futbolcusu Burhan Eşer’i bir dalgınlık sonunda eşek olarak lanse etmesini hoş karşılayabilirsiniz! Lakin sözleşmişçesine bir haber ajansının yanlış haberini, “Denizlispor’la 18. Randevu” manşetini atan gazetelerin; bu randevunun 20.si olduğunu bir spor yazarı olmadığınız halde anımsatmaktan hicap duyarsınız işte…
SİZİN SESİNİZ
Erkan Kantarcı’dan “Hasar Tespiti”
Bazı çocuk şarkıları saçmadan öte, zırvadır tanım yerindeyse. Hani uysa da, uymasa da lakaytlığı hissederim. Baltalar elimizde/Uzun ip belimizde/ Biz gideriz ormana hey ormana hey ormana/Karşılıklı geçeriz/ Testereyle biçeriz/… İğrençten öte!
“Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür” şarkısı da o zırvalardan biridir. Gidip görmediğin köye laf ola beri gele özlem duyacağına, şarkılar yapacağına git de gör o köyü! Gör ki ne çileler çekmekte yolsuz, elektriksiz, susuz en kötüsü de umutsuz halk…
Ama gitmesem de, görmesem de bir meslektaşımın emeği ile yüreği ile ürettiği şiir kitabından haberim oldu. Erkan Kantarcı isimli genç meslektaşım “Hasar Tespiti” adlı şiir kitabı ile şiir sever okurlarına merhaba dedi. Genç Ufuk Lisesi Müdür Yardımcısı olan tarih öğretmeni meslektaşımın; 24 Aralık Cumartesi günü 18.00’de Adımlar Kitapevi’nde kitap tanıtım etkinliği olacak. Duyurmak istedim…
OZANCA
Kumruyla martının kardeşliğidir İzmir
Memleketim gibi
Gagasında umutlu gevrek kırıntıları
Kanatları yitiklikten yiğitliğe açılan
Özgürlük savaşımın ilk kurşunu
Yarendir sana denizin boz bulanık
Buğulu kokusu
Asırlar evvelinden kalma el yazmasıdır
D/okunması zorlu ve zorunlu
Kadim dostların sıcaklığıyla
Kavrulma telaşı sarmalar yürek avuntularını
Kumruyla martının kardeşliğidir tıpkı
Memleketim gibi... Erkan Kantarcı