Sene 2001 askerim o zamanlar. Sadece ailemi ve sevdiklerimi değil özlediklerimin listesine başköşeden koymuşum “Eskişehir denen bu sebepsiz aşkı.”
Öyle böyle değil hasretin kıvamı, en yoğunu, en derininden. Not düşmüşüm dört bir tarafa şehre dair her şeyi. Ara sıra o notları kurcalarım, gülerim, hüzünlenirim, düşünürüm. Özellikle konu Eskişehir oldu mu daha bir detaylı inceler kıyaslama yaparım.
Notları 2001–2002’de kaleme almışım. Yani Porsuk ıslah edilmeden, parklar yapılmadan, tramvay yürümeden, Odunpazarı yenilenmeden, çevre yolu 2 şerit, yeni stadyum ve hızlı tren akla bile gelmezken. Ne hükümet, ne belediye çalışmaları bu denli yoğun değilken. “Yani bu şehre olan aşk yapılanlarla kıyas edilmeden” başlamışım delice sevmeye.
Yani. Ben şehre konulan binayı değil, restore çalışmalarını değil, ulaşımını değil ben şehrin havasını, insanını, zihniyetini sevmişim. Sıcaklığını, bana ait olmasını, sadece bu şehir de özgür ve kendine güvenli adımlarla yürüdüğüm için sevmişim.
Birileri hala anlamadı, anlayamıyor da işin garibi. “Bu sevdanın sağı, solu yok. En ortadan, en direk, en sahicisinden”.
Bir şehre her şey yaparsınız imkân oldukça, ya da imkânlar yaratırsınız fırsat buldukça. Ama insan yapamazsınız, samimiyet yaratamazsınız, leke çalamazsınız. “En fazla çamur atarsınız o da tutmaz gördüğünüz gibi.”
İnsanlar bu şehirde siyaseten dolu fişeklerin kendilerine zarar veren söylemlerini değil, binaları, evleri değil, yüreğini sever, yüreğine dokunanı ödüllendirir.
Yusuf Ziya Cömert gibiler daha çok çıkacaktır karşımıza. Ama istenilen zihniyetini kabul ettiremeyecektir hiç biri. Hele ki 13 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz edenleri savunanların kalkıp fuhuş kelimesini ağızlarına alanlar, Eskişehir’e çamur atmaya kalkarken 2 kere düşünsünler. Ayrıca bu konuda hala sessiz kalmayı yeğleyenler, bu durumu kabullendiklerini umarım unutmazlar.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...