Eskişehir’in sevgisi!

Ali Baş yazdı

12 Eylül 2018 09:28
A
a
Sütiş Eskişehir
İlkokul yıllarında insanların yaşadığı şehirle ilgili önemli bilgiler çocuklara verilirdi. Lületaşı, Eskişehir’in vazgeçilmezleri arasındaydı…
Sembolüydü…
O yıllardan aklımda kalan bir lületaşı efsanesi var…
Efsaneye göre bundan onbinlerce yıl önce Eskişehir’in kurulduğu topraklar deniz altındaymış. 
Efsane bu ya, deniz ne kadar kabarırsa kabarsın, dalgalar insan boyunu aşsın sular hep temiz olurmuş… Dalgaları hiç köpürmezmiş…
Bir gece deniz uykusundan uyanmış, gökte “Ay” ile göz göze gelmiş. Birbirlerine tutulmuşlar…
Çaresiz bir aşk bu! Birisi gökte, birisi yerde!
Hiçbir zaman kavuşamayacaklarını biliyorlarmış. Tanrı bu aşka kayıtsız kalmamış ve onlara bir yavru armağan etmiş. Yumuşaklığı denizden, rengini aydan almış bu yavru! Deniz köpüğü, böyle doğmuş sizin anlayacağınız!
Aradan onbinlerce yıl geçmiş…
Denizler kurumuş! Üzerinde yaşadığımız verimli topraklar oluşmuş. Denizköpükleri de o büyük sevgiyi yaşatmak için” ay rengi beyaz sevgi taşlarına dönüşmüş”
Eskişehir insanı sevgi insanıdır! Hem Yunus’da bu  topraklarda doğmadı mı?
Lületaşı denildi mi, insanın aklına sevgi gelmeli! Lületaşından yapılmış eserlere bir bakın! Hepsi sevgi üzerinedir. Ustalar, sevgiyle işler lületaşını…
Kırılıp, dökülsün istemezler! Deniz köpüğünün bir parçasını bile ziyan etmezler!
Odunpazarı Belediyesi, lületaşı ile ilgili yeni bir başlangıç yaptı. Sanatçılar, bilim insanları konuşacaklar, gösteriler yapacaklar.
Sevgi, yeniden Eskişehir’in gündeminde!
 
İLERİCİ ABDÜLHAMİT!
1880'li yıllarda Avrupalılar ağızlarını burunlarını kaparken Osmanlı ne yapmaktadır. Pastör'ün mikropları keşfetmesi ve kuduz aşısını bulmasının ardından Abdülhamit harekete geçer. Pastör'e 1. dereceden mecidiye nişanı ve 10 bin Fransız Frangı tutarında bağış gönderir. Bağışın gerekçesi enstitü kurulmasına destek olmaktır.
***
1888 yılında resmen kurulan Pastör Enstitüsü'nde en büyük pay Osmanlı'nındır.
Bu enstitü de eğitim gören Osmanlı hekimleri bakteriyoolji alanında dünyanın en önde gelen isimleri arasında yer aldı...
Şunun için yazıyorum...
Malum Osmanlıcılık yeniden gündeme getiriliyor.
Toplumun bir kısmı Osmanlı'yı gerici olarak görüyor.
Bir kısmı ise Osmanlı'yı Batı'dan uzaklaşmanın bir aracı sanıyor.
Her iki görüş de yanılıyor.
Osmanlı'da  gerici unsurlar olduğu gibi ilericilerde vardı. Dahası Osmanlı sanıldığı gibi bilime önem vermemezlik yapmamıştı. Tam aksine bilime önem ve bilim insanlarına değer veriliyordu.
***
Abdülhamit’i yerden yere vuranlar onun “ilerici yönünü” görmek istemiyor. İşin daha vahimi, Abdulhamit’i “yüceltenler” de onun ilerici yönünü görmüyor, görmek istemiyor…
Abdülhamit’in gerisinde olan Abdülhamitçiler var!
 
İNSAN EĞERSİZ GÜZELDİR!
Cemal Süreya, hastanede yatan eşine canının sıkılmaması için her gün bir mektup yazar…
Mektuplarda şiirler de vardır.
Aklınıza kim gelirse artık…
Aragon’dan, Pir Sultan’a, Oktay Rifat’tan Rabia Sultan’a…
Ancak mektuplardan birinde yazdığı bir şiir dizesinde şairinin ismini yazmaz Cemal Süreya…
“Biz koşuyu kaybettikten sonra da koşan atlarız”
Bir çok kişi, bu dizeyi Cemal Süreya’nın sanır. Oysa dize Sezai Karakoç’a aittir.

Ersin Tezcan, bir şiirini ünlü jokey Süleyman Akdı’ya ithaf eder.
Bir dizesi şöyledir:
“At eyersiz insan eğersiz güzeldir”

Bernard Shaw’ın çok sayıda özlü sözü kitaplarda yer alır. Ünlü yazar Moskova’da düzenlenen bir at yarışına kendi adının verileceğini öğrenir.
Bunun üzerine şöyle konuşur: “Sanıyorum yarışta tek at koşacak, sosyalist devlette rekabet olmadığına göre”
 
ARTIK SEVMİYORSA!
 
Yorgunluk sadece fiziksel değil, duygusal olarak da yaşanır.
Kısacası,  karşınızdaki sizi ne kadar çok severse sevsin bir süre sonra yorulacaktır.
Dinlenmesine izin verin...
 
Şahin Erden Kuyumculuk
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

Bu Eskişehir haberi ilginizi çekebilir! İlginç Eskişehir haberi