Geçtiğimiz 2015 yılı sonuna dek sürdürdüm bu toplumsal görevimi. Gazetemizin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığım bir buçuk yıl içerisinde birkaç kez manşetten olmak üzere, köşe yazılarımdan defalarca kez bu konuya dikkat çektim. ES TV’de yapmış olduğum televizyon programlarımda bu konunun uzmanları başta olmak üzere, mağdurları konuk olarak çıkardım. Öyle ki bonzai pisliğinden canı yanan ailelerin ilk akıllarına gelen ve can havli ile aradıkları kişi oldum. “Uyuşturucunun adını vermeyin, sentetik uyuşturucu deyin geçin çünkü özendirici oluyor” diyen kimselere artık zerre kadar katılmıyorum. Bence bu saçma sapan önlemler yerine bataklığı kurutacak önlemler üzerinde kafa yorulsaydı, epeyce bir yol alınırdı düşüncesindeyim. Örneğin bonzainin pençesine düşmüş gençlerin aileleri iş işten geçtikten sonra, canları yandıktan sonra feveran etmek yerine; önlem paketleri sayesinde bilinçlendirilseydi keşke. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın kolaycılığına her daim sığınan bu toplum, o yılanın bir taraflarını ısırması sonucu hanyayı Konya’yı anlıyor maalesef günümüzde hala…
Bu kentte bir avuç bağımlıyı (diyelim ki bu sayı yirmi, otuz olsun) tedavi edecek, rehabilitasyon amaçlı gözetim altında tutabilecek sağlık kuruluşu (AMATEM) var. Maalesef bu ayıp zaten Eskişehir’de bu alanda görev herkese eşit olarak dağıtıldığında gani gani yeter.
Bakınız! İsim vermekte hiçbir sakınca görmüyorum bayanlar baylar.
Şakir Engin Korkmaz Eskişehir’de görevi başlında iken sıkça görüştüğüm bir bürokrattı. Hatta öyle ki Emniyet Müdürümüz Sayın Mustafa Şahin ile birlikte hem yazılı-görsel medya olarak, hem de sadece ES TV-Anadolu Gazetesi olarak detaylı görüşmelerimiz oldu. Emniyet müdür yardımcılarımızın da bulunduğu toplantılarda bu musibetten Eskişehir nasıl arındırılır paydasında beyin cimnastikleri yapıldı. Narkotik’teki yetkili arkadaşlarımıza kadar hepsi inanılmaz biçimde bu toplumsal savaşta çok istekli ve kararlı idiler. Narkotik’teki baylı bayanlı yiğit kardeşlerim birkaç kez gazetemize ziyarette bulunarak emniyet-medya ve vatandaş işbirliği paydasında harika projeleri hayata geçirmeye hazırlanıyorduk. Ben hep gurur duydum o dönemde Eskişehir Narkotik’i ile. Çünkü elini taşın altına koyan bu yiğit insanların (çok büyük bölümü) görev aşkı dışında kendi evlatlarının başına gelecek tehlikeler adına çok iyi empati kurduklarını biliyordum…
Fakat Şakir Engin Korkmaz’ın ayrılması sonrasında bu iyi niyetli unsurlarla da bağımızın kesildiğini üzülerek belirtmeliyim! Allah göstermesin ama bu birime nazar mı değdi, bunu düşünmek bile istemiyorum…
Her gün patlayan canlı bombalar, beşerli onarlı şehit haberleri, başkanlık dayatması, ikrah getirdiğimiz Suriyeliler gerçeği gibi toplumun bezdirildiği konu başlıklarından uyuşturucu belasını kimseler göremez oldu yine.
Şimdi sırada en son yaşadığım olayı sizlerle paylaşmak var izninizle. Tepebaşı Belediyesi Uluönder Parkı yürüyüş yolundan her akşam yârimle birlikte spor amaçlı yürüyüşümüzü yaparız. Malumunuz Porsuk kanalının hemen diğer yanında, ortasında bir gölet havuzun bulunduğu ve gölün kenarında bir restoranın olduğu güzel bir park bulunur. Yürüyüş yolu Tepebaşı Belediyesi kontrolünde, park ise Büyükşehir Belediyesi’nin kontrolündedir. Orta yerde de güvenlikçilerin bulunduğu minik baraka ve güvenlikçiler bulunur. Öncelikle dikkat ettiğim konular arasında bu mükemmel yürüyüş yolu ve park Eskişehirlilere sunulmuş nimetlerden yalnızca biridir. Ama ne yazık ki bu güzelim tesislerdeki ziyaretçilerin kimliklerinde (görüntülerinde) giderek değişim gözlemekteyim. Yani Eskişehir dışından gelen insanların burada da kültürlerini yaşamak ve yaşatmak amaçlı tercihlerinin bizlere yansıtılması sonucu bir sıkıntı var. Mesela hacım eşofmanlı ya da şortlu bayanların yürüyüş yapmasını direkt protesto edemese de; bakışları ile tecavüzcü Coşkun’u aratmayan davranış biçimi ile tedirgin edebiliyor birilerini. Guruplar halinde gürültülü seslerle gezmeyi pek seven bu sürülerle park sakinlerinin kafa kafaya gelmeleri olası her an. Bakın da görün olasılıkları eğer bana inanmıyorsanız!
Yine yerli versiyon sonradan görmelerden, pitbull cinsi köpeklerini tasmasız gezdiren ve çocukların aklını oynatan hanzoların verdiği rahatsızlık da bir başkası. Ve güvenlikçi kardeşlerimden bunlara müdahale eden bir tanesini bile görmüyorum ne yazık ki! Durun şimdi esas anlatacağım konuya daha girmedim bile…
10 Temmuz Pazar akşamı yine aynı güzergâhtan yürüyüşümüz yapıyoruz. Bahsettiğim parkın içersinde köprü altının hizasında kalan havuzun hemen kenarındaki çimlerde iki kız yatıyor boylu boyunca. Yaşları 16 civarında iki kız çocuğu. Başlarında ise telaşla bir sağa bir sola koşturan 65 yaşlarında bir bey ve on iki yaşlarında bir erkek çocuğu var. Erkek çocuğu kızlardan birisini uyandırmayı başarıyor mücadele sonucu. Başlarındaki beyefendi telefonla konuşuyor hararetli biçimde. Geri dönüyoruz ilgisiz kalmamak adına. Belli ki çocuklar benim yakından ilgilendiğim malum konu sonucu komadalar, ya da kendilerinden geçmiş vaziyetteler. Yanına yaklaşarak Temmuz sıcağında elini tuttuğum beyefendinin buz gibi ellerini hissediyorum anında. Müthiş bir gerilim altında belli ki! “Yardımcı olabilir miyim?” soruma çaresizlik içersisinde ama kaçamak yanıt veriyor. Beyefendi ben şuyum diye kendimi tanıttığımda, medya mensubu olduğumu anladığında daha da artıyor kaygısı. Telefon ettiğini ve az sonra ambulansın geleceğini söyleyerek teşekkür ediyor bize. Ve bu içimizi kanatan vahim olayın yaşandığı yerde de tek bir güvenlikçi kardeşimiz yok maalesef! Fotoğraf çekerek adamı incitmek, utandırmak, üzmek istemiyorum o an. Zaten adam da bizim gitmemiz için adeta yalvarır gözlerle bakıyor inanın. Belli ki medyaya yansımasını hiç istemiyor ama hayatının hatasını işliyor bu durumda olanlar. Herkesin başına geldiğinde çok geç anladığına mı yanarsınız, başına geldiğinde de ar meselesi yapıp gizlemesine mi yanarsınız bilemiyorum ki!
Gazete-televizyondaki arkadaşlarıma telefon ettim. Gittiklerinde ambulansın birkaç dakika önce bu gençleri götürdüğünü söyledi arkadaşlarım. En yakın hastane ise Yunusemre Devlet Hastanesi olduğuna göre bundan sonraki gelişmeleri hastane kayıtlarından temin etmeleri olası yetkililerin…
“Bana bişey olmaz” şiarını baş tacı etmiş halkım başta olmak üzere yerel ve merkezi yöneticilerimizi bir kez daha uyarmayı bir insanlık görevi saymaktayım. Gerisi sizin bileceğiniz iştir…