Yaşamak Elif ve Ayda kardeşlerimiz gibi inatla direnmektir. Sosyal, ekonomik ve politik sahtekarlığa, yüzsüzlüğe, çirkinliğe, kokuşmuşluğa inadına direnmek…
Bu düzen değişmelidir!
Geçmiş olsun İzmir geçmiş olsun Türkiye diyerek başlıyoruz bugünlerde her söze. Ardından yitirdiklerimize rahmet; yaralılara şifa diliyoruz. Sonra da kalanlara baş sağlığı ve sabır… Ne pahasına olursa olsun tez elden sorunlarımızı çözmek için birlik ve beraberlik mesajları…
Kuşkusuz bunların hepsi ama hepsi güzel… Ancak klasik doğu toplumları örneği bakın neler neler var. Yığınla güzelliğimiz yanında o kadar kolay çözülecek sorunları erteleyerek ve ihmallerle kaza geliyorum dedi…
* * *
O unutulmaz 17 Ağustos 1999 depreminde neler neler öğrenmiştik halbuki…
Deprem değil bina öldürür diyorduk.
İnşaatlarımızı doğru yere akla ve bilime uygun yapmamız zorunlu demiştik…
Yapımı uzun süre alsa da maliyetli de olsa doğru yere akla ve bilime uygun kentler kuracaktık…
Binası göçer ama kendileri asla göçmez denilen müteahhitlerden hesap soracaktık…
Sesimi duyan var mı diyen canlarla birlikte bir daha kötü günler görmeyelim dileğindeydik.
Aslında 17 Ağustos’ta vurulan çöken sadece binalarımız da değildi.
Çöken, on yıllardır kendi aralarında uzlaşmayan orta sol ve orta sağın liderlikleriydi.
Çöken kimilerinin göre vesayetçi veya laikçi diye ‘kötü’ buldukları sistemdi.
İyi niyetli yüreği yurt insanlık sevgisi dolu asker, öğretmen ve bürokratların da adım adım sonuna gelinmişti sanki…
Rektörlerin hiç olmasa bir parça kuruma üniversiteye kulak verdikleri; akademisyenlerin bir parça meslektaş yerine koyuldukları dönemin de son baharı yaşanıyordu adım adım…
Şu sendika sarıydı şöyleydi böyleydi onun bunundu ama hiç olmasa şuna üye olursan başına bela almadığın bir parça sendikal özgürlüklerin de Ağustos aylarındaydık. Gün be gün Eylül, Ekim ve Kasım gelmekteydi…
Kuşkusuz hatalar, yanlışlar ve eksiklikler vardı…
İki tarihsel kuşak 68 ve 78’liler yeni yeni kendilerinin öz eleştirisini vermekteydiler. Birinin vatan diğerinin yurt dediklerinin aynı şeyler olduğunu henüz yeni anlamaktaydılar.
Milliyetçilik ile yurtseverlik farklı olabilirlerdi. Komşusu aç iken tok olmamak gerektiği geleneğiyle köylüye toprak, işsize iş istemek farklıydı ama gençlerin idealist olduğu da bir gerçeklikti…
Vesayet her zaman her yerde vardı. Ama vesayet bizimkiler yönetiyorsa, iyiydi. Vesayeti başkaları yönetiyorsa, kötüydü.
Nihayetinde ülkenin sanayi bölgesi Marmara Bölgesi’ni sarsan deprem toplumu iyice olumsuz etkilemişti. Sonrasındaki acı reçete, tüm eleştirilere rağmen sonuçlarını adım adım vermekteydi. Yokuş çıkılmış enflasyon aşağı doğru sallanmıştı… Ne yazık ki maliyeti çok ağır olan reçetenin bedelini halk ve orta sınıf ödemişti. Bu arada orta sağ ve sol siyasetçilerin kendi içlerinde birbirlerine düşmelerinin bedeli çok ama çok ağır ödenecekti…
Artık planlı ekonomi tümden hikayeydi pilav milav gerekliydi…
Dedemiz, nenemiz, anamız veya babamızdan öğrendiğimiz saf temiz din duyguları ne yazık ki artık daha çok siyaset ve ticaret pazarındaydı hem de çok açık…
* * *
Gün gün günü izledi geldik 2020 yılına… Dile kolay neredeyse çeyrek yüzyıl…
Evet deprem değil; bina öldürürdü. Tartışma değil uzlaşmazlık da demokrasiyi çökertirdi…
Evet evleri yine uygun çevreye uygun standartlarda yapmalıyız ki demokrasimiz de binamız da sağlam olsun…
Evet çocuklarımız olmalı ama yok şu kadar yok bu kadar değil bakabileceğimiz kadar…
Evet üniversitelerimiz olmalı ama yetesiye ve nitelikleri yerinde olmalı ki üniversite mezunlarımız daha nitelikli olabilsin…
Evet üniversitelerimiz olmalıydı ama yönetimleri kendi iç dinamikleriyle oluşturulmalıydı ki siyasete kurban edilmesin…
Evet demokrasimiz olmalıydı. Yargı, yasama ve yürüme organlarının güçler ayrılığı olmalıydı ki yargıya güven artabilsin…
Evet laiklik olmalıydı ki hem muhafazakâr hem de diğerleri ötekileştirmeden bir arada yaşayabilsin… Evet memur amir atamasında liyakat olmalıydı ki kul hakkı yenilmesin. Nitelikli çocuklarımız kırılmasın küsmesin ve doğru işe doğru insanı seçilsin…
Evet doğru ve güvenilir ihaleler yapalım ki devletin beş kuruşu devlete millete kalsın…
Evet uygun yere uygun planla ve doğru koşullarla havaalanları yapalım ki çocuklarımız borçlu doğmasın…
Evet uygun zamanda uygun yerde yeni hastaneler yapalım ki sosyal ve ekonomik olarak da sağlıklı olalım…
Sonuç yerine
Aslında bugün sorunumuz önemli ölçüde sosyal deprem kökenli olduğunun bilincinde olunması sorunudur. Sosyal, ekonomik ve politik sorunların bilincinde olmalıyız ki jeolojik çöküntülerde böylesine pejmürde yerle bir olmayalım…
Jeolojik depremin aslında sosyal, ekonomik ve politik vurdum duymazlığın bir eseri olduğunu kabul etmeliyiz. Kuşkusuz kadere inanmak başka bir şey; tevekkül bam başka bir şey… Merkebi sağlam kazığa bağlamak zorundayız…
Jeolojik depremin olumsuz sonuçlarını en aza indirgemenin yolu sosyal, ekonomik ve politik olarak iyi, doğru ve güzel işler yapmamız bir zorunluluktur.
Siyasetin finansmanını ve kentsel dönüşümü kesinlikle gözden geçirmeliyiz…
Jeolojik ve sosyal depremi eğitim ve yönetim boyutlarıyla daha detaylı yazmak üzere…