Şinasi Kula yazdı
“Statüko bülbülleri” tanımlamanızı çok sevdim hocam” demiş Antalya’dan yazılarımı takip eden okurumuz.
Evet, bu tanımlama bana aittir ve olanak buldukça bu hitapla başlayan paylaşımları sıkça yaparım sosyal paylaşım sitemden. Statüko bülbüllerinin Salı’dan Salı’ya ötmekten öte hiçbir varlıklarının olmadığını, tam tersine umutsuz konumları ile bu milletin umut direncini kırdıklarını savunurum.
İşte Halep, işte arşın!
Aksini savunacak biri varsa yüz yüze hem de gözlerinin içine bakarak doğruları haykırmaya hazırım yüzüne. İstediği davet ettiği her ortamda olabilir bu. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın…
Elitizm’in (seçkincilik) sözlük karşılığını yazayım önce; bir elitin veya bir azınlığın yönetmesi gerektiğine inanma veya yönetim işinin bir elit veya azınlık tarafından yapılması anlamına gelir…
Statükonun anlamı ne peki; öteden beri sürüp gelen ya da var olan, şu andaki durum…
Benim iddiam ne peki; 10 Kasım 1938 Perşembe sabah saat 09.05 itibarı ile Cumhuriyetin sürekli irtifa kaybına uğraması ile bu günlere gelinmiştir. Yani 79 yıl süre ile bu ülkede iktidar olmuş her partinin, tüm liderlerin değişik oranlarda suçu günahı, hatta ayıbı vardır…
Bakın bu cümlemin altını çizin lütfen; bu irtifa kaybında, bu karanlık günlere gelmemizde en büyük günah Atatürksüz CHP’nindir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa göç ettiği an itibarı ile İsmet İnönü ile başlayan süreç asla ve asla başarılı bir süreç değildir. Köy Enstitüleri 1954’de resmen kapansa da, bu kapanışa en büyük ödünlerin verilmesi 1945-50 yıllarına denk gelir. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı (11 Kasım 1938 – 22 Mayıs 1950) yıllar Cumhuriyetten, Cumhuriyet değerlerinden ödün yıllarıdır.
Aydınların, şair-yazarların-sosyalistlerin sürekli arkalarına bakarak (kaygılı) yaşadığı yıllardır. “Manda ve himaye kabul edilemez” şiarı ile bu Cumhuriyeti kuran koca yürekli Atatürk’ün felsefesinden giderek koptuğumuz yıllardır. NATO başta olmak üzere Amerikan emperyalizminin kollarının ülkemde yayılması adına gerekli ortamların sağlandığı yıllardır. Aslında gerici yobazların; 90 yıllık Cumhuriyetten intikam alıyoruz diye popolarını yırtmasına katılarak gülüyorum. Cumhuriyet 1923-1938 yılları arasında yani sadece on beş yıl süre ile başarılı biçimde uygulanmıştır ülkemde. Bundan sonrası kötü bir taklitten öte bir şey değildir…
Gelelim Elitizm ve Statüko çıkmazı meselesine!
Statükonun tohumlarının ekildiği yıllardır İnönü’lü yıllarla başlar.
Elitizmin boy göstermesi, giderek halktan kopuk bir Ce Ha Pe’nin kemikleşmesinin süreci böyle başlar. Şekilcilik alır ideoloji ve eylemlerin yerini artık. Atatürk posteri arkasına saklanarak bireysel ikballerin planlandığı siyasi bir zemindir. Cumhuriyetin altı okunu dahi bir solukta sayamayan delegelerin, meclis üyelerinin, üyelerin kümelendiği sıradan bir partiye dönüşür…
Elitistler ya da statükocular; halktan, halkın gerçeklerinden giderek uzaklaştırdılar CHP’yi savım budur işte…
Atatürk radyoda türkülere, sanat müziğine yasak getirdi söylentisi işlerine gelir nicesinin mesela. Aksine, Cumhuriyet kurulur kurulmaz, 1924 yılında halk müziği derlemelerine başlanmış. İstanbul Konservatuvarı’nın 1924’teki halk müziği derleme anketinden sonra, Seyfettin-Sezai (Asaf) kardeşleri Batı Anadolu’ya derlemeye göndermiş. Derlenen türküler “Yurdumuzun Nağmeleri” adı altında yayımlanmıştır (1925). İstanbul Konservatuvarı 1926-1929 yılları arasında Anadolu’ya dört derleme gezisi daha düzenleyip; bu gezilerde derlenen ezgiler “Halk Türküleri” adı altında 15 defter halinde yayımlanmıştır.
1929’daki dördüncü gezi sırasında bazı halkoyunlarımız filme alınmış, Devlet ödeneğiyle yapılan bu derleme gezilerinin yanı sıra;
İstanbul Konservatuvarı devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği uzmanlarının iştirakiyle 1932 yılında beşinci bir derleme gezisi daha düzenlemiştir…
Oysa bizim elitistler arabesk yaşam biçimini iliklerine kadar içselleştirse de arabesk müziğine sözde savaş açarlar, küçümserler. Atatürk sanat müziğini ya da halk türkülerini radyoda yasakladı atmasyonu ile kendilerini kandırıp; senfoni dinletilerinde elitist tavırlarla objektiflere görüntüler vermeye devam etmektedirler! Dünyadaki nitelikli müziklerin hepsine yer var gönlümde, hem de aşk ile şevk ile haz ile dinlerim. Ama kendi halkımın gerçeklerini inkâr ederek, devekuşu misali kafamı kuma sokarak elitist olmaya çabalamam kardeşim! Halktan kopuşun sadece bir örneğidir bugünkü yazımdaki müzik örneği bunu belirteyim. Cumhuriyet ideolojisinden zerre haberi olmayan kitleler Atatürk’ün partisini işgal etmiş durumda maalesef uzun yıllardır. Bizlerin hatası da bu işgalcilere göz yummaktır tabii. Atatürk’ün partisi sizin yeriniz değil, def olup gidin diyecek mücadele biçimine girmemektir. Arabesk müziği değil, arabesk yaşam koşullarını ortadan kaldıracak koşulları sağlamaktır asıl olan. Ana bizim elitistler her zaman kolaycılığı seçtiği için ne yaparlar? Arabesk müziğe ve bu tarzın yaratıcılarına burun kıvırarak (tu kaka ilan ederek) çözüm bulduklarını sanıp, işgüzarlık yaparlar sadece! Arabesk müzik dedikleri sosyolojik bir vakadır, bu toplumun önemli bir gerçeğidir. Milyonlarca insansın kendilerini ifade biçimidir. Siz Orhan Gencebay’ı siyasi tercihinden ötürü yerden yere vurabilir, sevmeyebilir, eleştirebilir hatta müziklerini protesto edip dinlemeyebilirsiniz. Bu son derece insancadır ve demokratik bir hakkınızdır. Ama siz Orhan Gencebay’ın Türkiye’nin en iyi bağlama virtüözü, en çok beste üreteni, besteleri ülkede en çok okunan sanatçısı olduğu gerçeğini reddederek burun kıvırarak değil muasır medeniyetler seviyesine, Çorum’a bile varamazsınız! Birileri bu kitlelerin gönlünü alır, seçimlerde milyonlarca size karşı oy olarak kafanıza sandığı çalar anladınız mı?
Kılavuzlarınız hep Cumhuriyet ideolojisinden bihaber keltoş kargalardan olursa, maalesef ister istemez irtifa kaybı sürer ve uçurumun kenarına gelinir hep birlikte.
Şekil A’da olduğu gibi işte!
OZANCA
Kara günler kararıp da kalmaz ki
Bugünler de gelir geçer üzülme
Mevla kulun bir kararda koymaz ki
Bugünler de gelir geçer üzülme…