Geçtiğimiz günlerde Yenigün Gazetesi’ndeki köşesinde çok önemli bir konuya dikkat çekiyordu voleybol dünyamızın duayen isimlerinden “Kazım Tokat…”
Onun sessiz çığlığını duyan oldu mu bilmiyorum?
Kendisini voleybola adamış bu seçkin insan özetle şöyle diyordu; “Kendi yağımızla kavrulup, çocuklarımıza üst liglerde spor yapma imkânı sağlamak, şehrimizin adını voleybol tarihine yeniden yazdırmaktı en büyük hayalimiz… Ama gücümüz tükendi…”
Şehrimizin bir numaralı voleybol adamı özetle: Büyük iş dünyası, küçük taleplerimize duyarsız kalınca şehrimizi temsil etmekten gurur duyduğumuz voleybol 2. Ligi’nden çekilmek zorunda kaldık diyordu…
*
Şimdi takvimleri isterseniz biraz geriye saralım…
Yıl 1930…
Cumhuriyet ilan edileli henüz 7 yıl olmuş…
Kurtuluş Savaşı’nın yaralarını sarmaya çalışan Anadolu’nun çilekeş kenti Eskişehir’de bir spor kulübü kuruluyor, Demirspor…
Yalnızca sanayileşmenin ve ulaşımın değil, sporun da lokomotifi oluyor…
Eskişehirli gençleri Güreş, Futbol, Halter, Voleybol, Basketbol, Eskrim, Atletizm, Bisiklet, Halter gibi sporlarla tanıştırıyor…
Ve hemen her dalda ülke spor tarihine damga vuran hatta dünya ve olimpiyat zirvelerine tırmanan şampiyonlar yetiştiriyor…
*
Çünkü o yıllarda Eskişehir’in mümbit topraklarında özellikle şu iki ürün bolca yetişirdi…
Toprağın altından buğday, üstünden ise sporcu…
Yani milli şairimizin dediği gibi; sıksan toprağı adeta sporcu fışkırırdı…
*
Mesela Anadolu’da futbol devrimini Eskişehirspor’un yaptığını, İstanbul hegemonyasını nasıl yıktığını herkes bilir de…
Devrim ateşini ilk yakanın Demirspor olduğunu, 1940 yılında Fenerbahçe’yi 3-1 yenerek Türkiye Şampiyonu olduğunu hatta şampiyonluk şildini Fenerbahçe’nin efsane başkanlarından Şükrü Saraçoğlu’nun elinden aldığını pek bilmez…
*
Eskişehir’in futbol tarihine adını altın harflerle yazdıran Mennan Yalın, Abdülkadir Arun, Nuri Kuran, Zeynel Karagöz, Celal Esemen, İskender Gürpınar, Zekai Tabakoğlu, gibi dönemin büyük futbolcularını…
Beşiktaş’ta yıldızlaşan Eskişehirspor’un ilk kaptanı Yüksel Özbek’i, Milli Takımın formasını defalarca giymiş Fehmi Sağınoğlu’nu, Süreyya Özkefe’yi, Mehmetçik lakabıyla Fenerbahçe’de sembol olan Basri Dirimlili’yi, Galatasaray savunmasının belkemiği Ergun Ercins’i, Muzaffer Sipahi’yi, Gençlerbirliği’nde bugün bile efsane olarak görülen Tevfik Kutlay’ı, Cevdet Özköksal’ı ve daha birçoklarını…
Türkiye’ye mal olmuş son yılların önemli kalecilerinden Beşiktaşlı Rasim Kara ve Fenerbahçeli Adil Eriç’in, Eskişehir çocuğu olduğunu…
Acaba kaçımız bilir ya da hatırlar?
*
Peki, Demirspor’un Türk güreş tarihine armağan ettiği yiğitleri…
Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu olarak Türk Bayrağını zirvelerde dalgalandıran Nasuh Akar, Ahmet Bilek, Olimpiyat ve Dünya ikinciliği, üçüncülüğü ve Balkan Şampiyonlukları yaşamış Ali Özdemir, Osman Kambur, Tevfik Yüce’yi, FILA’nın dünyanın en önemli 5 güreş hakeminden biri ilan ettiği Ali Merdoğan’ı…
Tanıyan, hatırlayan kaç kişi kaldı aramızda…
*
Bütün sporların anası kabul edilen atletizm’de nicedir suskun kalan Eskişehir’de geçmişin şampiyon isimleri…
Büyük Atatürk Koşusu’nu 8 kez kazanıp adeta bu yarışa ambargo koyan ve çeşitli rekorları uzun yıllar kırılamayan Şükrü Saban…
Maraton koşusunun dünya çapındaki ismi Mehmet Terzi…
Havagücü’nün 23 yıl durmadan koşan unutulmaz atleti, Türkiye birincisi Fevzi Cavcar….
Yine bu kentte yetişip ilgisizlikten Fenerbahçe forması ile önemli başarılar elde eden Fevzi Paker, Orhan Aydın, Beşiktaş’ın atletizm tarihine adını yazdıran İlhami Koç…
Yürüyüş sporunun Demirsporlu ismi Sezer Selek…
Daha ortaokul sıralarında rüzgârla yarış eden, küçük yaşta milli takıma çağrılıp ilgisizlikten ve sahipsizlikten sessiz sedasız kaybolan Naile Yetkinler…
Ve akranları evde torun severken, geride bıraktığı 70 yıla aldırmadan 20 km’lik uluslararası masterler yarı maraton yarışlarında hâlâ tay gibi koşan, 2016’da katıldığı 7 yarışta da birincilik madalyasını boynuna takan Ertuğrul Mısırlıoğlu…
Adını Eskişehir ve Türk atletizm tarihine yazdıran bütün bu isimleri unutmak mümkün mü?
*
Haltere gelince…
Uzun yıllar halterde Eskişehirli bir sporcunun adını duyan var mı?
Oysa sporun lokomotifi Demirspor’da yetişen Ahmet ve İsmail Gülal kardeşler, Kemal Başkır, Mücahit Yağcı, Derya Uslu, Zeki Aygünoğlu gibi isimler yalnızca Eskişehir’i temsil etmekle kalmamış, milli mayoyu da başarıyla taşımışlardır…
*
Gelelim Bisiklete…
Allahtan Belediye Başkanlarımız özel parkurlar yaptı da, bisikletin yalnızca bir gezinti aracı olmadığını hatırladık…
Mesela, 1940-1950 yılları arasında katıldığı 120 km’lik Cumhurbaşkanlığı Yarışlarının çoğunu önde bitirip dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün iltifatlarına mazhar olan Demirsporlu Osman Par’ın adını hangi spor tarihçimiz biliyor?
Sadece Osman Par mı?
Yine Demirspor’un güçlü pedalları Faik Bilge, Sabahattin Saylık, Recep Korkmaz, Kadir Bayır, Kemal Arat, Ali Çetiner, Enver Osmalı, Sait Toy, Celal Fidan, Yılmaz Markacı, Fehmi Kürkçü, Mustafa Ertan ve Selamet Tümlü gibi Bisiklet Sporu’nun unutulmaz isimlerinin, unutulduğunu üzülerek itiraf etmek zorundayım…
*
Günümüzün gençleri ellerinde cep telefonlarıyla, tabletleriyle ve laptoplarıyla asosyal olma yolunda hızla ilerliyor. Her türlü sporu, sanal alemlerinde ustalıkla (!) sergiliyorlar…
Oysa eskiden gençlerimizin ellerinde kılıç denilen bir spor aleti bulunurdu…
Epe, Flöre ve Kılıç gibi üç ayrı silahla Avrupalıların Eskrim adını koyduğu bu sporu başarıyla ifa ederlerdi…
Yine Demirspor’un öncülüğünü yaptığı Eskrimde, Eskişehir ülke çapında bir çok isim yetiştirdi…
Bunların başında milli takımda hem sporcu, hem antrenör olarak büyük hizmetleri bulunan Osman Zeki Özden gelir…
Ayrıca Muzaffer Çilekar, Abdullah Yalçınkaya, Mustafa Köksal, Akın Özden, Ertan Alkılıçgil, Nuri Savaşkan, Mevlüt Kahya, Sadullah Erat, Ümit Özden, Cevat Karakaş gibi Eskişehir çocukları milli takımda ülkemizi başarıyla temsil ettiler…
*
Yazımın başlığındaki sessiz çığlığın sahibi ve kendisini bu spora adamış olan Kazım Tokat’ın yaşam biçimi olan voleybolda da çok ünlü isimler yetiştirmiştir bu kent…
Bunların arasında İbrahim Çelik, Erkan Toğan, Neslihan Demir, Meryem Boz gibi her yaş gurubunda yüzlerce kez milli formayı giyen voleybolcularımız yalnızca Eskişehir’in değil, Milli Takım’ın da gururu ve bu kentin çocuklarına da rol model olmuş isimlerdir…
*
Eskişehir’de sporun türlü branşlarına damgasını vuran bu isimlerin birçoğu artık hayatta olmasa da, Eskişehir’in spor tarihine bıraktıkları izlerle ve anılarıyla her zaman yaşamaya devam edecekler…
Peki, yoksulluğun kol gezdiği 40’lı, 50’li, 60’lı, hatta 70’li yıllarda 150-200 bin nüfuslu bu kent, sporun hemen her dalında onca yıldız sporcu yetiştirirken, bu gün 800 bini aşan nüfusuyla neden maziyi arar hale geldi…
Geçmişte tesis fakiriyken yetişen bu yıldızlar, bugünün çağdaş statlarında, modern salonlarında neden yetişmiyor?
Oysa bu şehrin genleri sporla işlenmiştir…
*
Şehirdeki bu duyarsızlık bu ilgisizlik, voleybol duayenine gazetesindeki köşesinden sessiz çığlık attıracak boyutlara ulaşmış olmalı ki, yazısını şöyle noktalamış Kazım Tokat:
“Bu kentle özdeşleşmiş gurur anıtlarımız ETİ’ler, SARAR’lar, KILIÇOĞLU’lar, POLİMEKS’ler, İLGAZ’lar, AYDOĞANLAR ve birçokları…
Siyasetçilerimiz, yerel yöneticilerimiz…
ETO, ESO gibi önemli kurumlarımız, karanlıkta yankılanan sessiz çığlıklarımızı maalesef duymamış…”
*
Dün gibi hatırlıyorum; ES TV’de Şinasi Kula’nın programında da birkaç kez destek çağrısı yapmıştı, genç sporcuları ile birlikte…
Belli ki nafile haykırışlar olmuş bütün bunlar…
Sonuç mu?
Yukarıda kısaca anımsatmaya çalıştığımız, sporun hemen her dalındaki o büyük sporcuları yetiştiren 86 yıllık koca çınar Demirspor, voleybolun şehrimizdeki büyük ekolü DSİ Bentspor, 2. Lig’e oynamadan veda etmiş…
Kimin umurunda?
*
Karşılıksız kalan çağrıların, duyulmayan çığlığın yerine “aşağıdaki fıkrayı” anlatsaydı Kazım Tokat, duyarsız yüreklere, mühürlenmiş cüzdanlara belki daha anlamlı mesaj olurdu…
*
“İnançlı bir Yahudi düzenli olarak her sabah ünlü ağlama duvarına gidermiş…
Onu sürekli gözleyen komşusu yıllar sonra: Kaç yıldır bu duvara gidiyorsun, yaşamında bir şey değişti mi?
Adam: 25 yıldır kesintisiz her gün gittim ve dua ettim.
Komşusu: Ne için dua ettin. Dileğin yerine geldi mi?
Adam: 25 yıldır insanlar kardeş olsun, savaşlar son bulsun diye dua ederim.
Komşusu: Eee sonuç ne oldu?
Adam: Hâlâ dua ediyorum ama sanki duvara konuşuyormuşum gibi geliyor bana…”