Yaygın dille kozmopolit bir yapıya bürünmüş durumda.
Teknolojinin hızla gelişimi ile uzaklar yakın kılındı.
Irak denilen yerler bir tık ile ayağımıza geliverdi.
Bazı toplumlardan ise çok şeyler aldı götürdü.
Diğer yandan yaşadığımız çağda yüzyılın göçleri oluyor…
Son yıllarda Suriye başta olmak üzere milyonlarca insan adeta kıta değiştirdi, göç etti. Kocaman ve doymayan ülkelerin emellerinin ardı arkası kesilmiyor. Dolayısıyla savaşlar hiç bitmiyor…
Dünya’da tüm bunlar yaşanırken insancıl olmanın önemi artıyor.
İşin özüne indiğimizde koşulsuz ve şartsız insanlığı, bir nevi dünyayı sevmek gerekliliği ortaya çıkmış oluyor…
Dünya zıtlıklar temelinde kurulmuş gibi…
Uyum içerisinde dönen bir dünya olsa da zıtların, düşmanlıkların, anlaşmazlıkların hüküm sürdüğü bir gerçek…
Dünya ve dahi insanlar barışın kıymetini savaştan sonra anlıyorlar…
Güzelin kıymeti ise çirkin olmadan anlaşılmıyor…
Beyazı anlamanın yolu siyahı görmekten geçiyor bir nevi…
Sevginin kıymeti bile kin ve nefreti bilmekten geçiyor…
Buradan yola çıkarak küçük insanların, vizyonsuz insanların varlığı büyük insanların ve insancıl olmanın kıymetini artırıyor…
İnsanoğlu yaratılanların en kıymetlisi! İnsanoğlunu diğer canlılardan farklı kılan birçok özellik var. En önemlisi düşünme ve muhakeme yetisi. Ve bu özeliklerinden dolayı besin zincirinin en tepesinde yer alıyor. Sırf bu yüzden birçok şey kendi iradesinde. Sevgiye, saygıya layık olma ve/veya aksi durumları bir nevi kendisi belirliyor…
İnsanoğlu öyle güzel ve eksiksiz yaratılmış ki sırf bu yüzden belki de canlılar içinde en değerlisi ve şanslı olanı… Lakin insanlık tarihi, bunun farkında olmayan insanlarla dolup taşıyor… Halk dilinde ‘Hayvandan daha aşağılık’ tabiri maalesef bazı insanlar için kullanılıyor… Rabbimizin bahşettiği aklı bir kenara koyup, düşünme yetisini kullanmayıp bir nevi içgüdüleri ile hareket eden bir insan… Ne acı değil mi? Bunca özelliğine rağmen bu özelliklerini kullanmaktan aciz bir yaratık… Kendisinden başka hiçbir canlıyı sevmeyen, sevemeyen bir canlı… Üstelik besin zincirinin en tepesinde olan…
Bu tür insanlara değer vermek diğer canlılara haksızlık olmaz mı? Yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi bu tür insanlar ancak diğer insancıl ve insan olanları anlamamız için bir sebep olabilir…
Etrafımızdan hep duyarız ya ‘Bu insanlarla aynı oksijeni solumak dahi istemiyorum’ diye… Sahiden var mıdır böyle insanlar? Kainatta ne kadar yer kaplarlar? Kaç kişiler? Etki alanları nedir hiç düşündünüz mü?
İnsanlık var oldu olalı farklı coğrafyalarda, farklı dilleri kullanan, kültürleri başkalaşmış, karakteristik özellikleri değişmiş olarak varlıklarını sürdürürler… İnsanlar parmak izi gibidir… Her biri farklıdır… Türklerin, İngilizlerin, Rusların, Almanların ve dahi her ülkeyi birbirlerinden ayıran keskin özellikleri vardır… Yani farklılık bir evren gerçeğidir… İyiye iyi, kötüye kötü demekten hiç çekinilmemeli hepsinin hakkı teslim edilmelidir…
İnsanları sevmek, İnsancıl olmak ve bu minvalde yaşamak mühimdir… İyi olan ve sevilmeyi, saygı duyulmayı hak eden insan ve toplumlar mutlaka karşılığını alıyorlar…
Örneğin ABD, İngiltere ve Japonya ülkelerini kıyaslayalım… ABD ve İngiltere sömürgeci ve tepeden ahkam kesen bir ülke olarak bilinir, görülür… Dünya’nın jandarması hatta sahibiymiş gibi davranırlar… Ekonomik olarak çok güçlüdürler… Lakin dünya toprakları üzerinde yaşayan milyarlarca insan bu ülkeleri sevmez… Zoraki çıkar ilişkileri mevcuttur…
Diğer yandan, Japonya’ya dünya ülkelerinin ve insanlığın gıpta ile baktığına şahit oluruz… Çalışkan, zeki, milliyetçi, kültürlü ve köklü bir millet olma yönleriyle ön plana çıktığını görürüz… ve sempati ile bakılan bir ülke olmuştur her daim…
Türlü badireler atlatmasına rağmen, ABD’nin atom bombası atmasına, depremler yaşamasına rağmen ayakta kalmayı başarabilme özelliği de ayrıca takdir görmüştür… Gücü olmasına rağmen kimseye sataşmamış, sömürgeci olmamıştır…
Tüm dünyanın kabul ettiği evrensel ahlaki değerler vardır… Bunlar arka planda hep değerlidir… İnsancıl olmak bu iki örneği ayırt etmek hak edene hakkını teslim etmekten geçer… Maddi değerlerden çok manevi değerlerin ve insan sevgisinin ön planda olduğu bir anlayışın hakim olduğu bir dünya kurmalı insanlık…
Hak edene hakkını veren, iyiyi kötüden ayıran, zıtların ahengini kurabilen bir düşünce hâkim olmalı…
‘Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar’ diye genel geçer bir söz vardır kulaklara küpe olması gereken… Bu ülkeler için de böyledir… İnsanlığın bunu görmesi gerekir… Vatanımız olan Türkiye’de, ülkemizde de buna çok ihtiyacımız var… Beşeri sermayesi yüksek olan, muhakeme yeteneği gelişmiş, birbirine saygılı, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, laik demokratik bir toplum olmalıyız…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini ve kurtuluş reçetesini hiç aklımızdan çıkarmadan, uygar ve adaletli toplumlar ile bu noktada yarışmalıyız… Bizi biz yapan özellikler yaşadığımız zaman diliminde sorgulanıyor olabilir, Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Nutuk adlı esiri başucu kaynaklarımızdan olmalı… Dediğimiz gibi… Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi aynı zamanda kurtuluş reçetesidir.
OZANCA
Ellerini bana verecek misin?
Dost kentleri yıkıp sana gelmişim
Esirin olmayı şeref bilmişim
Bilsen ıssızlıktan nasıl yılmışım…
Bu sessiz dünyama girecek misin
Ellerini bana verecek misin…
Gül yüzünü geceler dokurum
Şiirimsin günde bin kez okurum
Dara düştüm sağım solum uçurum
Simdi bu müşkülüm görecek misin
Ellerini bana verecek misin…
Ümitler dal-budak, ümitler sıcak
Ellerinki karanlığı kovacak
Bir rahmet bekliyorum yağdı yağacak
Bu kısır toprağı sürecek misin
Ellerini bana verecek misin… Dilaver Cebeci