İnsan doğanın içerisine fırlatılmış bir varlık değil, onunla birlikte var olan ve tekrar ona dönecek canlı bir özdür. Doğanın olanaklarını kullanarak bu özün yarattığı sosyo-kültürel gelişim; varlıktan bilgiye, bilgiden ahlaka, estetikten etiğe ve ekonomiden siyasete kadar çok çeşitli alanlarda görülmektedir. Öyle ki, insanlık kendini doğanın üstünde yaratılmış bir varlık, doğayı da tüm unsurlarıyla ayakları altına serilmiş bir öteki olarak algılamaya başlamıştır. İnsanoğlunun yarattığı bu kültür; gelişmişliğin bir simgesi olduğu gibi, yıkıcı etkileri bakımından da bozan, değiştiren, şekil veren bir araca dönüşmüştür.
Böylece, doğanın kendi yasası içerisinde meydana getirdiği depremler, seller, fırtınalar, orman yangınları, volkan patlamaları, çığlar, erozyonlar vb. gibi birçok olay, afet olarak isimlendirilerek ona karşı yapılan mücadeleyi yasallaştırılmıştır. Ancak bu afetlerde, doğanın yasalarına uymak yerine, doğayı kendi yasalarına uydurma çabasının da payının olduğunu düşünmek pek işimize gelmemektedir. Bu nedenle; enerji tüketimini azaltmak, yerleşim alanlarını depreme uygun planlamak, sel yataklarını hesaba katmak, ormanların içerisinde yerleşim alanları oluşturmamak, yanlış tarım yöntemleri uygulamamak, meralarda aşırı otlatma yapmamak, barajları, yolları, köprüleri doğru konumlandırmak gibi birçok konuyu dikkate almamanın yarattığı her türlü sorunu da doğal afet olarak adlandırabiliyoruz. Fakat bunun altında yatan en önemli sorunun, insanoğlunun doğayı sadece bir çevre boyutunda algılanmasının olduğunu düşünmüyoruz. Günümüzde siyasetin, ekonominin ve planlamanın nesnesi haline gelen doğaya çevre adının verilmesi, onun insan güdümünde gönül rahatlığı ile kullanılabilecek bir alan olarak algılanmasına neden olmaktadır. Ülkemizde olduğu gibi birçok ülkede de, bu kapsamda sorumlulukları olan bakanlıkların adlandırılmasında çevre kelimesi yaygın olarak kullanılmaktadır. Oysa Fransa, Azerbaycan ve Ukrayna gibi ülkeler kurumsal kimliklerini Ekoloji ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı adı üzerine kurarak, dar kapsamlı çevreden ziyade geniş kapsamlı olan ekoloji ve doğayı önemseyen vurgusuyla toplumsal algıdaki değişimi en yukarıdan başlatmaktadırlar.
Doğanın çevre kavramına indirgemesi; onun bütün renklerini solduran, edilgen, nitelikten yoksun ve cansız bir nesne gibi değerlendirilerek, üzerinde her türlü eylemin yapılabileceği bir varlık haline getirmektedir. Anacak, bu iki kavramın bir birinin yerine koyarak kullanılmasının bir aldatmaca olduğu, dünyada yaşanan ekolojik sorunlar sayesinde daha da iyi anlaşılmaktadır. Günümüzde çevre kavramının kullanımı hem kamu yönetiminde hem de halk arasında o kadar benimsenmiştir ki; doğaya yönelik yapılacak her türlü faaliyet, çevre kavramının sınırlılık duygusu veren algısından yararlanarak, masumlaştırılmaktadır. Peki, sonra ne yapılmaktadır? Doğanın dilini bilimin kulağıyla dinlemek yerine, birçok olayı doğal afet olarak tanımlayarak sonuçlarına katlanılmaktadır.