Genç Genel Başkan Gültekin Uysal ile Demokrat Parti de küçükte olsa bir kıpırdama yaşanmaya başladı. Bu gelecek için bir ümit idi. Ama parti biraz çıkışa geçince eski hastalık yine nüksetti. Sen-ben kavgası yeniden başladı.
6 Mayıs 2012 tarihinde yapılan Demokrat Parti 8. Olağanüstü Kongresi’nde Eskişehir teşkilatından Merkez Karar Yönetim Kuruluna seçilen Hasan Hüseyin Kaya ile Sebahattin Tekin ve Yüksek Haysiyet Divanı üyesi Necmettin Yavuz, il yönetim kurulu üyelerini ziyaret ederek parti içinde yeniden yapılanma olacağından istifa etmelerini istemişler.
8 il yönetim kurulu üyesi de “Madem genel merkez istiyor. Biz de istifa ederiz” diyerek istifalarını vermişler. Daha sonra İl Başkanı Emre Demir’e telefon ederek “Genel Merkez istemiş biz de istifa ettik”demişler.
İstifalardan haberi olmayan Emre Demir, istifa ettiklerini söyleyenlere, “Yok öyle bir yapılanma falan. İstifa etmeden önce bana telefon etseydiniz” demiş.
Hasan Hüseyin Kaya ve Necmettin Yavuz daha düne kadar İl Başkanı Emre Demir’in yanında ve en büyük destekçileri idi.
Bugün ne oldu da Emre Demir’in İl Başkanlığından gitmesi için arkasından kuyusunu kazmaya çalışıyorlar.
Geçmişte bu hastalık yüzünden küsüp gidenleri, bugün yeniden partiye getirebilmek için öpülmedik bir tek ayaklarının altlarının kaldığını biliyorum.
Soruyorum, Hasan Hüseyin Kaya, Sebahattin Tekin ve Necmettin Yavuz’un hedefleri partiyi büyütmek mi? ‘Yoksa küçük olsun bizim olsun’ hesabımı yapmak.
Emre Demir ile yönetim kurulu diyelim istifalarla düştü veya genel merkez görevden aldı. Yerine atanacak yeni yönetim Emre Demir ve yönetimdeki arkadaşlarından daha mı başarılı olacaklarını sanıyorlar.
Maalesef adı Demokrat ama adının büyüklüğünü bilmeyen veya demokrasiyi, demokratlığı içlerine sindiremeyen bazı partililer, seçimle gelenlerin seçimle gitmesi yerine, görevden aldırma mücadelesine girmişler.
Dün seçilmiş yönetimlerin, genel merkez tarafından görevden alınmalarının yanlış olduğunu söyleyenler, bugün o yanlışı kendileri yapmak için harekete geçmişler.
Buna ne denir?
“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”
Bu söz kime söylenir?
“Bu söz genelde söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmayan, çelişkili tutumlar sergileyen insanlar için kullanılır.”
Anlayana tabii.
Toprak sahalardan çıktık
Avrupa sahalarına indik
UEFA Kupası 3’üncü ön eleme maçında Eskişehirspor, Marsilya ile karşılaştı dün akşam. Bu sayfa erken baskıya girdiği için skoru yazamadım. Skoru bugünkü gazetelerde okudunuz. Maçın skoru ne olursa olsun çok önemli değil. Önemli olan 37 yıl aradan sonra yine Eskişehir Atatürk Stadyumu Avrupa’nın isim yapmış, mazisi başarılarla dolu Fransa takımı Marsilya’yı ağırlaması. Eskişehirspor taraftarlarının yıllar sonra yeniden bir Avrupa takımını izlemesi. “Biz de Avrupalıyız artık” diye gururlanması.
Düne kadar Kırmızı-Siyahlı Kulüp Başkanı Halil Ünal’a birçok yakıştırmalar yapanlar, 37 yıl sonra Avrupa kupalarında Eskişehirspor’un Avrupa’nın önemli takımlarıyla aynı potada olmasıyla susmak zorunda kaldılar.
Düne kadar “Başkan istifa” diyenler bugün “En büyük başkan bizim başkan” diyerek sevgi gösterisinde bulunuyorlar.
37 yıl önceki kulüp başkanı kim? Diye düşündüm. Hafızamı yokladım. Yanılmıyorsam rahmetli Celal Sölpük olacak. Celal Sölpük ile UEFA’da mücadele eden Kırmızı-Siyahlı kulüp, 37 yıl sonra bu kez Başkan Halil Ünal döneminde yine UEFA ön eleme maçları oynamaya hak kazandı.
Nereden nereye geldiğimizi unutmayalım.
Marsilya’daki maçın skoru ne olursa olsun.
Eskişehirspor elense bile 37 yıl sonra yeniden Avrupa heyecanı yarattığı ve Avrupa takımlarını seyrettirdiği için başta Başkan Halil Ünal olmak üzere yönetim kurulu üyelerine, başarıda payı büyük olan, alın teri döken futbolculara, yine bu başarıda en büyük pay sahiplerinden eski Teknik Direktör Skibbe’ye ve tabii ki maddi manevi desteklerini esirgemeyen cefakar taraftarları alkışlamazsak haksızlık yapmış oluruz.
Teşekkürler efsane…
FIKRA:
Çekiyorum, gülümse!
Savcı, morgdaki üç cesedi incelemek üzere gelmişti. Birinci ceset sırıtıyordu. Savcı nedenini sordu.
"Milli piyangoda büyük ikramiyeyi kazanmış, sevincine dayanamamış, kalp krizi geçirip ölmüş" dediler.
İkinci ceset de sırıtıyordu. Savcı sordu:
"Bu neden sırıtıyor?"
"Bunun da oğlu doğmuştu. Sevinçten kalbine yenik düştü" diye açıkladılar.
Üçüncü ceset Temel'in kömür halindeki cesediydi. O da sırıtıyordu.
"Bu neden oldu?" diye sordu savcı.
"Efendim, buna yıldırım çarpmış" dediler.
"Peki, neden sırıtıyor?"
"Fotoğrafını çekiyorlar sanmış".