Önceki gün başta Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Genel Başkan Yardımcıları ve üst Merkez Karar Yönetim ile Parti Meclisi üyeleri Yılmaz Büyükerşen’e destek olmak amacıyla Eskişehir’e geldiler. Yılmaz Hoca ile bürokratlarına yapılanın siyaseten yıpratma olduğunu iddia ederek CHP olarak yanında, arkasında olduklarını gösterdiler.
Bir otobüs dolusu CHP’nin üst düzey yöneticilerini bir araya toplamak kolay değil. Demek ki içlerinde Eskişehir ve Yılmaz Hoca sevgisi başkaymış. CHP’liler şunu gösterdi.
‘Gerektiğinde tek yumruk oluyoruz. Eskişehir’de olduğu gibi’.
Kılıçdaroğlu, Yılmaz Büyükerşen ile ilgili o kadar güzel sözler sarf etti ki, herhalde Yılmaz Hocam üyesi olduğu bir partinin Genel Başkanın ağzından duyduğu bu güzel sözlerden sonra, Büyükşehir’e aday olmamayı kafasından geçiriyorsa da caydığını düşüyorum.
Kılıçdaroğlu, bürokratların ifadelerini alanların Eskişehir’den değil de diğer illerden geldiklerinin altını çizerken, bunun altında sanki gizli bir şeylerin yattığını ima etmeye çalıştı.
“Burada yolsuzluk var, dediler. Birilerini şaibe altına bırakmak istediler ve soruşturmayı yapanlar, incelemeyi yapanlar Eskişehir'den değil, diğer illerden getirildi. Kendisi meydanda, mal varlığı meydanda, yapılan hizmet meydanda, daha ne istiyorsunuz? Eskişehir'den ne istiyorsunuz siz?" diyerek Yılmaz Büyükerşen ve bürokratlarına hak etmedikleri ithamlarda bulunulduğunun da mesajını verdi.
“Hepimiz hesap veriyoruz. Hesap vermekten korkmuyoruz, yeter ki hesap vereceğimiz kişiler düzgün adamlar olsunlar. Siyasi otoritenin emrinde olmasınlar. Yoksa niye hesap vermeyelim. Demokrasilerde önce halka, sonra her kuruma hesap verilir” diyen Kılıçdaroğlu, Yılmaz Hoca’nın da yaptıklarının hesabını kuruşu kuruşuna verdiğinin de altını çizdi.
CHP’liler Yılmaz Büyükerşen için alevlenmişlerken, her ne kadar CHP’li olmasa da Sivrihisar Belediye Başkanı Fikret Arslan için de seslerini yükseltseler belki duyan olur.
Yaklaşık 7-8 ay önce hakkındaki bir soruşturma nedeniyle görevinden alındı. Soruşturma sonunda aklandı. Göreve iadesini istedi. Aradan nerede ise üç geçti. Hala göreve döneceği günü bekliyor.
EMNİYET MÜDÜRÜ TELEFON ETTİ
Çarşamba günkü köşemde, Büyükşehir Belediyesi üst düzey bürokratlarının sabahın köründe kapıları çalınarak gözaltına alınmalarının doğru olmadığı, bu bürokratlara telefon edilmiş olsaydı kendilerinin Emniyet Müdürlüğüne gelebileceklerini yazmıştım.
Yazdığım gözaltına alınma şeklini, Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in yaptığı basın açıklamalarında sıkça kullandığı sözlerinin içerisinden almıştım. Sabahın köründe gözaltına alındıklarını Yılmaz Büyükerşen iddia etmişti.
Gerçi dünkü yazımda, gözaltına alınma şeklinin Yılmaz Büyükerşen’in iddia ettiği gibi değil, belediye bürokratlarının işe gitmek için evlerinden çıktıklarında olduğunu yazmıştım.
Çarşamba günkü gazetede çıkan yazımı okuyan Emniyet Müdürü Naci Kuru telefon etti.
BÜROKRATLAR EVLERİNDEN
APAR TOPAR ALINMADILAR
‘Sadi Bey bugünkü köşe yazınızda bürokratların sabahın köründe evlerinden apar topar alındıklarını yazmışsınız. Bu bilgi size nereden ulaştı? Yoksa benim çalışma arkadaşlarım mı söyledi? Arkadaşlarım böyle yanlış bir bilgi verdi ise onu bileyim?’ diye sordu. Ve arkasından şunu ilave etti:
‘Gözaltına alınan bürokratlara da sorabilirsiniz. Kesinlikle apar topar evlerinden alınmadı. Yazınızda ifade ettiğiniz hassasiyete kesinlikle özen gösterdik.’
Cevabımda şöyle oldu:
‘Hayır, Emniyet Müdürlüğünden bir yetkili vermedi bu bilgiyi. Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, yaptığı basın açıklamasında söylediği sözler içerisinde vardı. Yılmaz Hoca birkaç kez çalışma arkadaşlarının bu tarzda gözaltına alındıklarını vurguladı. Ben bürokratların evlerinden apar topar değil de işe gitmek için evlerinden çıktıklarında alındıklarını öğrendim. Hatta bu uygulama Türkiye’de ilk kez yapılmış. Yazımın çıktığı sayfa baskıya girdiğinden değiştirme şansım olmadı. Yarınki (Perşembe günkü) yazımı okursanız, bu söylediklerim orada yazılı’.
Emniyet Müdürü Sayın Kuru’ya göstermiş oldukları hassasiyetten dolayı teşekkür ederim.
Bana doğru istihbarat veren AK Parti’li bir üst düzey yönetici olan dostuma da ayrı teşekkür ediyorum. Emniyet Müdürümüzün anlattıkları ile değerli dostumun verdiği bilgi aynı.
FIKRA:
SONU BUDUR!
Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.
Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?
Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve ”ver o kekliği bana” der.
Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:
-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!