Sevgili Önder Baloğlu “uçan kuşu” ile göndermesini yapmış geçtiğimiz Cuma günü. “Şinasi Kula nerelere gitmiş abi? Sen de hâlâ 75’in Romanya'sını yaz babam yaz…”
Bu koşullar altında Temel fıkrası ile uçan kuşun gönderisindeki anlamı bulmaya çalışmak kalıyor tabii bana da…
Temel uzun zamandır ortalardan kayıp, adeta yer yarılıyor o da içine giriyor! Sekiz dokuz ay sonra Dursun; köyde oğulları Temel’i merak içinde bekleyen ailesinin kapısını çalıyor. İki haber vereceğum size, önce iyi olanı mı kötü olanı mı diyeyum?
Önce kötüyü söyle ki iyi haberle teselli bulalım diyor ailesi de.
-Ula Memiş dayu senin oğlan transeksüel olmuştur orada da!
-Ula o da nedur?
-Gadun olmuştir da.
-Uyyyy poh yiyenun uşaği. İyi haber nedur peçi?
-Çok güzel bir gadun olmuştur…
Şimdi Önder Ağabeye sormak lazım; övdün mü (yani iyi haber mi), yoksa laf mı sokuşturdun (kötü haber mi) da?
Hani yersen de, övsen de olan oldu artık. Gittik, gördük, döndük amma velâkin vatanımla ellerin yurdunu kıyaslama şansı pek mutlu etmedi beni bilesin ki. Kanunların, kuralların tıkır tıkır işlediği, demokrasi denen yaşam biçiminin içselleştirildiği o ülkeleri bir kez daha görüp “Allah’ım neydi günahım” şarkısını avazım çıktığı kadar söylemek geliyor şu sıralar içimden. Hani Türk olup da Amsterdam’a kadar giden nice yiğitlerimiz gibi; Red Light (Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da yer alan sıra sıra genelevlerin dizili olduğu dünyaca ünlü sokak) veya keyif verici maddelerin satıldığı özel shop’ların tadını çıkaracak yeteneğim olmasa da, davetli olarak gidilen nice yurtdışı gezilerindeki gece yaşamını iki kadeh eşliğinde yanındakilere ballandırarak anlatacak bitirimliğim olmasa da; diğer ilgi alanlarımızla ilgili gezip gözlemlerimizi paylaştık saygın okurlarımızla hepsi bu!
Nefsimizle ilgili arayışların anlamını yitirdiği böylesi günlerde, varsa yoksa karanlık bir dünyaya mahkûm olmayı reddetmektir içimizdeki duyguların çoğunluğu. Bu bağlamda gezdikleri yerlerde, yediğini içtiğini Facebook sayfalarında paylaşmaktan öte ilime-bilime katkı veren akademisyen değerlerimizle beni bir tutmayacağını sanıyorum…
Çok net, çok basit ve samimi bir gözlem olanağım oldu. Bunu da lafı uzatmadan bir kelime ile özetlemem gerekirse; doğa ile barışık toplumlar, insanlar batılılar. Bakınız bir fotoğraf paylaştım. Bizim ülkemizden hazin yol yapma manzarası. Hani iki kişiden birinin “tırtıkladılar ama adamlar duble yol yaptılar, havaalanları diktiler kardeşim” bilgeliği ile tercihlerindeki haklılığını (!) anlattıkları durum!
Yeşilin her tonunu her santimetrekarede görme olanağını bulduğunuz yabancı ülkelerde, en azından böylesi facialara rastlamanız (fotoğrafta görüldüğü üzere) söz konusu dahi olmuyor. Diyor ki yurt dışında çalışan gurbetçilerimiz; ‘Şinasi Hocam sıkı mı burada bir ağaç ya da o ağacın dalını keseceksin? Adamın osuruğunu düğümlerler yeminle!’
Aynen böyle örnekleri dinledik gidebildiğimiz, gezebildiğimiz her ülkede. Bak bizim yeşilimizin talan edildiği yerlerden kanlar akıyor! Fotoğraf ağlıyor adeta. Lakin iki kişiden biri için bunun anlamı ve övünçle ifade biçimi sadece şu; “tırtıkladılar ama adamlar duble yol yaptılar, havaalanları yaptılar kardeşim…
Demiş ya bilge; en iyi bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir diye.
Demiş ya, okudukça, gezip gördükçe, öğrendikçe evrende sadece bir zerre olduğumun farkına vardım diye. Aynen öyle işte benimki de.
Ülke ile yatıp ülke ile kalkabiliyoruz sadece. Ülke ile yatarken de ülkenin anasını bellemek adına (devlet malı deniz, yemeyen domuz) şiarını da gözetmiyoruz...
Yani benimki sadece lafı güzaf!
Ve burası da benim ülkem be sevgili ağabeyim…
SİZİN SESİNİZ
Peki ya bu davulcular!
Sevgili kardeşimin adını vermeyeceğim. Ama Eskişehir’de masum patiler başta olmak üzere, doğada naçar kalan tüm hayvanlara el uzatan bir kurumun başında müdür kendisi. Hayvanlara olduğu kadar, ülkesine de duyarlı insanlara da duyarlı bir kardeşim, dostum…
Diyor ki; “Şinasi hocam bu davulcular hiç değilse ertesi gün öğrencilerin sınava gireceği önemli günlerde merhametli olsalar.
O günlerde olsun toplu karar alsa da şu davulları çaldırmasa merkezi ve yerel yöneticilerimiz…”
Valla benim farkım şudur!
O kızacak, bu tehdit edecek, diğeri ipimi çekecek kaygılarından arındım uzun yıllar önce. Bunun adı cehaletin verdiği cesaret diyemez kimse. Şükür Allah’a olabildiğince de bilgi sahibi olmak adına gayretlerimi sürdürmekteyim…
Demem şu; gerçekten de bunun ne nostalji adına, ne çağa uyumu adına, ne gelenek görenek adına artık hiçbir getirisi yoktur. Elli yıl öncesine kadar teknolojinin, saatin, zamanın, iletişimin sınırlı olduğu yıllar çok ama çok gerilerde kaldı. Ben de gecenin üçünde zangıdı zongudu davul sesi ile irkilmeyi İslamiyet’le ilişkilendirmeye kalkanlara “geçin bunları kardeşim” diyenlerdenim…
Kaldırın artık şu davulu, zaten yeterince davul çalan var ülkede gereksiz yere…
OZANCA
ANADOLUSUN
Sen sevdam değilsin Anadolu’sun
Kışların yazında sevdim ben seni
Köyümün incecik tozlu yolusun
O yolun tozunda sevdim ben seni
Yunusun dalında aşk oldu gönlüm
Kırkların ceminde meşk oldu gönlüm
Bir yıkık gönülde köşk oldu gönlüm
Veysel’in gözünde sevdim ben seni
Turnaydım kanadı sözle kırılan
Harmandım tarlada göğe savrulan
Yıllarca kor gibi yanıp kavrulan
Bir yürek közünde sevdim ben seni… Ali Haydar TİMİSİ