Her meslekten insanla tanışmak gibi bir şansım var.
Gerek yirmi beş yıl sürdürdüğüm öğretmenlik yaşantımda, gerek emeklilik sonrası aktif biçimde süregelen yazılı ve görsel medyadaki görevim gereği zengin bir çevreye sahip olduğum kanısındayım. Buna bir de 1977 yılından bu yana profesyonel boyutta sürdürdüğüm müzisyen kimliğim eklendiğinde ziyadesi ile önemli bir sayı teşkil ediyor…
Polatlı, İzmir, Eskişehir benim yaşantımın önemli yaşam noktalarıdır. Ve son altı yıldır memleketim olan Eskişehir’de yerleşik düzende yaşam sürdürmekteyim. Sokaklarında, caddelerinde bir başıma gezmek pek hoşuma gider. Medyadan tanıyan insanların yolumu kesip ülke ile, Eskişehir ile ilgili görüşlerini paylaşmaları hoşuma gider. “Bi çayımı iç hocam” diye seslenen esnafın gülen yüzü pek hoşuma gider. Televizyon programım biteli üç ay olmasına rağmen “programlarını ailece seyrediyoruz hocam” diye gönlümü alan kalender Eskişehirlim pek hoşuma gider…
Doğal olarak bir de ziyaretçilerimiz olur iş yerine gelen.
Onlar da başımızın tacıdır, sevgi ve güven besleyen yüreklerdir. Dünya görüşümüzü, dik duruşumuzu bilip, köşelerimizin sivriliğinden rahatsızlık duymadıkları gibi, gurur duyan dost yürekli insanlardır. Mutlandırırlar bizi kimi zaman gelip, verdiğimiz emeklerin boşuna olmadığının teyidini yaparlar farkında olmaksızın…
Eskiden narkotikten polis kardeşlerimiz de sıkça uğrar çayımızı içerlerdi. Yazılarımdan dolayı (sentetik uyuşturucu), kentimizde yaşayan gençliği bekleyen tehlikelerden ötürü uyarılarımdan dolayı görüş alışverişine gelirlerdi. Hatta ve hatta BONZAİ denen illete karşı ne yapılabilir konusunda, ne yapabiliriz konusunda samimi görüş alışverişinde bulunurduk kendileri ile. Biliyoruz ki birçok değişimler oldu son aylarda her yerde. Eskilerden kim kaldı, kimler gitti bilemiyorum. Sentetik uyuşturucu konusunda ellerini taşın altına koymaktan çekinmeyen bu yürekli kardeşlerimin görev yerleri de değişmiş olabilir tabii. Bu gibi nedenlerden ötürü de ziyaretimize gelmiyor olabilirler! Türk Halk Müziği ve bağlama paydasında buluştuğumuz ve kardeşim gibi sevdiğim emniyet görevlisi arkadaşlarım da gelir ziyaretime arada. İşte bir çay içimi sohbeti paylaşırken acı bir gerçeği onlardan öğrenip kaygılarımı koyulaştırdım içimde…
Görev dönüşü eve giderken bir av bayiine uğrar bu iki kardeşim. Av bayii de emekli bir astsubay olup arada uğrayıp çay içtikleri bir tanıdıklarıdır. Laf arasında şunu söyler dükkân sahibi; “15 Temmuz darbe girişiminden sonra silah satışlarında büyük bir patlama oldu. Halkta böylesi bir olası durum karşısında kendilerini korumak adına bir yönelme oluştu”…
Yazımın başında sizleri alıştırarak vahamete doğru ılımlı biçimde dikkat çekmekti amacım anladığınız üzere. İnanın bu konuşma sonrasında içimdeki karamsarlık giderek büyüdü. Yetkili bir ağızdan öğrenmek, gerçekleri bir tokat gibi daha sert vuruyor yüzünüze anlarsınız. İnsanlar neye karşı, kimlere karşı kendini korumak üzere silahlanıyor ülkemde bakar mısınız? Vahametin büyüklüğüne bakar mısınız? Bu ülkede kanunlar, yasalar, hukuk düzeni, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, eşitlik gibi kavramlar nama taşımıyorsa bunun gereği olarak da insanlar kendi düzenini sağlarlar anlayışı normal midir Allah aşkına, kim söyler bunun yanıtını? Bir ülkede herkes kendi adaletini sağlayacaksa günün birinde varacağımız tablo Ortadoğu bataklığındaki tablodan farklı mı olur? Herkesin kendi silahı ile kendi güvenliğini sağlayacağı anlayışı, hangi dünya düzeninin özlemi ve özetidir? Eğer devlet denen mekanizma bu yaşananlar karşısında suskun kalıyor ve hatta bir nevi bu suskunluğu teşvik anlamına geliyor da insanlar hayatın her alanında deliler gibi silahlanıyorsa; ‘Nereye gidiyoruz kardeşim?’ demek gerekmiyor mu namusluca?
Ziyaretçi kardeşimin anlattıkları arasında ilginç bir ayrıntı daha var. Av tüfeği adı altında 2400 TL değerinde bir silahtan bahsetti. Av tüfeğinden ziyade çok amaçlı bir demir parçası anlayacağınız. Ve hiçbir sakınca, en ufak bir engel olmaksızın elinizi kolunuzu sallayarak istediğiniz silahı alıp evinizin yolunu tutabiliyorsunuz belli ki! Yani anladığım kadarı ile silahlanmayan üç beş kişiden biri de benmişim Eskişehir’de! Hoşgörünün, sanatın, sevginin başkenti ağızlarını sıkça kullandığımız bu kentte herkes silahlanıyormuş da bizim haberimiz yokmuş! Yani şimdi tez zamanda medya mensubu kimliğimizle bir dilekçe ile başvurup ruhsatlı silahımızı almak mı gerekiyor? Yani herkesin silahlandığı bir dünyada, ‘Ben sevgi insanıyım’ demek alay konusu mu oluyor?
Rahmetlik babam sıkça şunu derdi; ‘Oğlum sana taş atana sen ekmek at!’ Ah babam, canım babam!
Senin sözünü dinlersem ekmek atmaya bile fırsatım olmayacak sanırım!
SİZİN SESİNİZ
KASIM / HÜZÜN / UMUT / ARALIK
Aylardan KASIM derken, ne kadar hüzünlenirsek hüzünlenelim, içimizdeki umutları yeşertecek “Kasım-patlarının” bir yerlerde hep var olduğunu hiç aklımızdan çıkarmayalım! Kapılarımız hep aralık olsun ama umutlarımız neden Aralık'tan önce gerçekleşmesin?
Gerçi geç olsun da güç olmasın misali, ARALIK' a kadar da beklesek olur! Yeter ki gerçekleşsinler…
***
Yukarı paragraftaki yazı başlığı ve yorum sevgili Nebil Köken’e ait. Dünkü köşe yazımın altına bu anlamlı yorumunu yazıp paylaşmış. Duyarlı, ilgili ve cesur insanları seviyorum, seyirci tiplemelerle pek hoş değildir aram. Ülke vahim hallerdeyken, sosyal paylaşım sitelerinden nefisleri doğrultusunda görgüsüzlüklerini paylaşanlarla da hoş değildir aram. Ama bir avuç da olsa Nebil Köken gibiler daima tercihimdir. Emeğinizin karşılığını hissettiren duyarlı yüreklerdir bunlar. Ne yazık ki Eskişehir’in sekiz gazetesindeki köşe yazarları için de geçerli bir konudur bu. Köşe yazılarımızın altına bakın inceleyin lütfen! Sekiz gazetedeki tüm köşe yazarlarının yazılarına bakın! Yorum yapan, öneri sunan o kadar az insana rastlarsınız ki…
Oysa insanoğlu kendi dünyasında mangalda kül bırakmayarak, en iyi ben bilirim bilgeliğini sürdürmekte benim güzel kentimde…