Bugün Pazar. Havalar bir aya yakın buz gibi, mecbur kalmadıkça evden sokağa çıkamıyoruz. İşe gidenler ise yağan kardan sonra buz tutmuş cadde ve sokaklarda yürürken adeta dans ediyor veya aerobik, yapıyor ayakta kalabilmek için.
Buz patenini andıran yolların temizlenmediğini gördüğümüzde, içimizden belediyelere basarız küfürü! Özellikle güneş görmeyen ara sokaklarda oturanlar hemen telefona sarılarak çıkan görevliye;
“Kardeşim ben vatandaş olarak belediyeye karşı olan görevlerimi eksiksiz getiriyorum. Çevre temizlik, emlak, kaldırım, asfalt paralarımı ödüyorum. Siz ise bakın sokağın içi buz tutmuş, yürünemiyor, araçlar girmiyor. Neden gelip tuzlama yapmıyorsunuz?” diye çıkışırız.
Oysaki belediyelerin öncelikle görevi ana cadde ve sokakları ulaşıma açmak. Tabii ki özellikle otobüs güzergahlarını. Sabah işlerine giden insanlar sorunsuz çalıştıkları işyerlerine ulaşmalarını sağlamak.
Elbette ara sokaklarda kardan, buzdan temizlenmeli.
Oralarda oturanların da sonuçta belediye hizmetlerinden faydalanmaları hakları.
Ancak takdir edersiniz ki, belediyelerin ellerindeki araç, gereç ve personel sayısı belli.
Her yere yetişmeleri bir anda mümkün olmuyor.
Bu nedenle biraz hoşgörülü olalım.
Hoşgörü deyince geçenlerde okumuş olduğum bir yazı aklıma geldi.
Müsaadenizle şimdi onu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biran tebessüm nedir diye bir düşünce geçti zihnimden. Tebessüm bir anlamdır dedim kendi kendime ve üretmeye başladım.
Tebessüm, gülmek için yapılan bir ön adımdır. Tebessüm, mutluluktur. Tebessüm huzrun ifadesidir. Tebessüm, güvendir. Tebessüm, hem kendimizi hem de karşımızdakini rahatlatmaktır. Bu böyle bir müddet daha arttı çoğaldı.
Sonra yeni bir düşünce beynimi kemirmeye başladı. Biz hangi durumlarda tebessüm bekleriz. Aslında bu bir ihtiyaç ve sanırım doğduğumuz ilk andan itibaren o keskin çığlığın arkasından başlıyor. İlk önce popomuzu tokatlayan doktordan, ebeden bekliyoruz. Sonra annemizden bizi ilk kucağına aldığında. Ve bu sonralar öncelik sırasına göre yer değiştirmeye başlıyor. Okul sıralarında öğretmenler, arkadaşlar, yeni aşklarla birlikte sevgililer.
Peki, günlük yaşantımızda ne kadar tebessüm ediyor, ne kadar beklentimize karşılık buluyoruz. Evimizin içinde eşimizden, çocuklarımızdan bekliyoruz. Anne güzel bir yemek yaptığında, şık kıyafetler giydiğinde, saçını boyattığında. Baba, maaşına zam aldığında, terfi ettiğinde, eve farklı bir eşya aldığında, yatırım yaptığında. Ya çocuklar onlar belki ' bir tebessüm ' beklemede en masum olanları. Yeni davranışlar öğrendiğinde, becerilerini sergilediklerinde, notları iyi geldiğinde veya küçük yanlışlar yaptığında.
Bir de sosyal yaşantımızın içinde 'bir tebessüm' beklentilerimiz var ki onlar çok farklı bir yer ve anlam kapsıyor hayatımızda. İş yerimizde patrondan, müdürden, arkadaşlarımızdan bekleriz bir ödülmüşçesine. Resmi kurumlarda işimizi yaptırırken güvence olarak görürüz bekleriz. Ve en önemlisi hastanelere gittiğimizde bekleriz, hastabakıcısından sekreterine, asistanından uzman doktoruna kadar hepsinden. Buradaki 'bir tebessüm' beklentisinin diğerlerinden bir farkı vardır. Kendinizi yetersiz hissediyorsunuzdur. Hasta olduğunuz için ordasınızdır. Oranın doğru adres olduğunu, güvende olduğunuzu hissetmek için ordasınızdır ve beklersiniz gülen gözlerle size bakılıp 'geçmiş olsun geçer, rahatsızlıklarınızı el birliğiyle atlatırız' denmesini. Ama ne kadar acı ki aradığınızı bulamazsınız. Hasta görmekten, kalabalıktan bunalan memurlar, sekreterler ve doktorlarla doludur orası.
Bu düşünceler neden mi beynimi kemirmeye başladı, son bir aydır hastanelerle fazla muhatap olduğum için. Hastalığınızı anlatacağınız doktora ulaşabilmek için suratında huzur, mutluluk ve tebessümden eser bulunmayan sekreterlerden randevu alabilmek için yapılan mücadeleden.
Nihayet genel cerrahi hocasından randevumuzu almış hocanın yanına gireceğimiz anı beklerken kalabalığın arasında bir hengame kopuverdi. Ne oluyor diye merakla bakınırken tenis öğretmeni olduğunu söyleyen bir bey yanımıza geldi. Çok sinirli ve kızgındı. Sekretere sinirlenmişti. Bunlar mutsuz, bu işi isteyerek yapmıyor, hasta görmekten yaşlılara laf anlatmaktan memnun değil dedi. Baksanıza tik oluşmuş, tiki de var. İşte o an düşündüm şöyle bir, sekretere de kızamadım. Tüm öfkem geçti. Doğruydu hem de çok, işini sevmiyordu çünkü bu işi kendi isteği ile yeteneklerine göre seçmemişti. Aslında hangimiz tam anlamı ile seçiyorduk ki.
Mühendisliği seçip iş bulamayıp birkaç ay formasyonla öğretmenliğe geçenler mi? Ailede bir doktor, avukat olsun deyip yapanlar mı? Öğretmenlik isteyip KPSS sınavını veremeyip ilaç mümessili olanlar mı? Kim istediğini yapıyordu ki?
Ama bu yinede bizim hayatımızdan tebessüm ihtiyacımızı gidermemeli. Unutmayalım ki tebessüm etmeyi unuttuğumuz anda hem kendimizi hem karşımızdakini mutsuz ediyor, mutluluğumuzu çalıyoruz el birliğiyle...
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...