Bazen sınanırız Halil’im…

Şinasi Kula yazdı

17 Mart 2017 09:20
A
a
Sütiş Eskişehir
Yaklaşık dört yıl önce tanıdım kendisini. Yârim bir akşam yemeğe götürmek istedi beni. Gençlik yıllarımdan bu yana eğlence mekânlarında müzisyen olarak öğretmenliğimi de sürdürdüm. İki iş birden sürdürmenin gönül yorgunluğu içerisinde, akşamları evimin dışına çıkasım gelmez. Yârimin restoranı övmesi ile, teşviki ile ‘tamam’ dedim. Daha kapıdan içeri girerken “oy benim ağabeyim” diye karşıladı. Kırk yıl öncesinden tanıyormuşum gibi sevdim o an itibarı ile kardeşimi. On günde bir olsun mekânına gider soluklanırız yârimle. İnanın karın doyurmak değil maksadımız, yüreğimize yürek katan bu Anadolu yağızının tatlı dili-güler yüzü ile geçirdiğimiz otuz kırk dakika sonrası tebessümle döneriz evimize. Kardeşin kardeşe düşman edildiği, ayrıştırılıp ötekileştirildiği şu son yıllarda alt kimlikleri umursamaz biçimde İNSAN paydasında yüceliriz karşılıklı olarak...
Halil’imin yüreği solgun şu sıralar, sonsuz bir acı kanar durur aralıklarla. Uzun zamandır ceylan bakışlı güzel kızı böbrek hastalığından ötürü hastanede sağlığına kavuşmayı bekliyor. Onu çok seven ailesi de doğal olarak onunla birlikte acı çekiyor. Öncelikle Halil,  eşi ve oğlu olarak hepsi böbreğinin birini vermek; maral gözlü kızı şifaya kavuşturmak üzere sıraya girdiler. Ama hepsi uyumsuz çıkınca en büyük kızlarının en küçük kızlarına böbreğinin birini vermesi adına harekete geçildi. Ve o abla, o yiğit kız zerre kadar tereddüt etmeden sevinçle böbreğinin birini paylaştı küçük kardeşi ile. En son aradığımda ameliyata girmişlerdi.
Halil’in sesi yorgun, yüreği yorgundu telefondaki sesinden anladığım kadarı ile. Kolay mı? İki dünya güzeli kızınızla aynı anda sınanıyorsunuz kolay mı? Hani derler ya “Allah evlat acısı vermesin” diye! Gerçekten de samimi duamdır; Tanrı’m evlat acısı ile sınamasın hiç kimseleri…
Dünya güzeli, masum yürekli, civan gibi oğlumu kendi ellerim ile bir Ramazan Bayramı arifesinde Manisa Ruh Sağlığı Hastanesi’ne yatıran baba olarak en iyi ben anlarım Halil’i.
İşte bu yüzdendir ki Halil’im seninle küçük bir sırrımı paylaşmak istedim bu köşe yazımda. Yaratanın beni böylesi büyük bir acı ile sınadığı anlarda nasıl çıktım umutsuzluk batağından biliyor musun? Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923 sabahı (yani Cumhuriyetin ilan edildiği günün sabahında) İsmet İnönü’ye yazdığı şu mektubu okuyarak tabii…
                                                    ***

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. Dört bin kilometre kadar demiryolu var, bir metresi bile bizim değil üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde! Bit ciddi sorun, nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor…
Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyor, kiremidi bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun…
 
OZANCA
 
Göçmen oldum toprağıma, kendi yurduma
Baş eğmedim dokuz köyden kovuldum oğlum
Böyle gelmiş böyle gider dediler ama
Ben yine de özgürlüğe vuruldum oğlum.
 
Gülistanlar talan oldu gülsuyu için
Analar hep ağıt yaktı giden canlara
Soysuzluğa isyan etti bütün türküler
Ben yinede özgürlüğe vuruldum oğlum.
 
Dünyaya barış gelecek
Yarınlar size gülecek
İnsan insanı sevecek
Mutlaka, mutlaka oğlum… Şinasi KULA
Şahin Erden Kuyumculuk
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

Bu Eskişehir haberi ilginizi çekebilir! İlginç Eskişehir haberi