1980 öncesi özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin gençleri kafa kafaya getirildi. ‘Ölen ölür kalan sağlar bizimdir’ teranesi ile adeta kırdırıldı. Özellikle bu kin çıtasının yükselmesi sağlandı Amerikancı maşalarca. Ta ki 12 Eylül faşist darbesini yaşadığımız güne dek, özellikle olaylara benzin dökülerek çözüm arandı! Sonrasını biliyorsunuz, beşi bir yerde “bizim oğlanlar” Amerika’nın yazdığı senaryoyu sahneye koyarak bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüğü yaptılar. Bakmayın şimdilerde anti darbeci geçinen nicelerine. Kenan Evren darbecisini mitinglerde şakşaklayıp, yaptığı anayasayı % 91,2 çoğunlukla EVET oyu ile ödüllendirdi kalender halkım…
O günlere dönecek olursak; bizim gözümüzde sağ cenahın alayını faşist damgası vurup isimlendirirdik kısaca. Onlar da farklı değildi, biz de onların gözünde birer kızıl komünist idik!
Şu yaşta, hele ki günümüzde ülkenin yaşadığı vahameti gördükçe ne kadar yanlış yönlendirildiğimizin adını rahatça koyabiliyorum. O emperyalist güç asla ve asla bu halkın bütünleşmesini, bir araya gelmesini, birlik olmasını istemedi. Tam tersine, böl-yönet yöntemlerini tüm acımasızlığı ile uyguladılar bizim gibi ülkelerde.
Şu gerçeği anlayıp her daim haykıranlardanım gayrı. O yıllarda ülkücü diye tanımlanan insanlar da ülkesine sevdalı idi, komünist diye nitelenen insanlar da yurduna ve bağımsızlığına sevdalı idi. Yani çok uzun yıllar öncesinden bu yana önyargılarla, düz mantıkla değerlendirme yapmadım bir daha. Altı yıldır bu kentte televizyon programlarımda kanıtladığım bir hususu, unutmuş olabilecek bazı at gözlüklülere anımsatmakta yarar görmekteyim. Konuk aldığım tek ama tek bir kişiye canlı yayınlanan programlarımda tuzak sorular sorup, ucuz gazeteciliğe soyunmadım. Hiçbir konuğumu dünya görüşlerinden ötürü zorda bırakacak terbiyesizlik yapmadım. Ve daima net bir şekilde şunu haykırdım; tüm konuklarım başımın tacıdır. Çünkü “Anadolu geleneği budur oğlum” diyen babamdan böyle öğrendim…
Ülkücü gençleri de, sosyalist gençleri de, Atatürkçü kimlikli gençleri de kendimden saydım. Yeter ki apolitize olmasınlar, yeter ki vatanlarına duyarsız kalmasınlar, yeter ki boş kafalı olmasınlar! Benim için önemli olan ülkeleri için ellerini taşın altına koyabilsinler gerçeği idi. Dünya görüşlerimin dışında bir isimdir Hüseyin Güven. Yenigün Gazetesi’nde de köşe yazarıdır malumunuz. Gerçekten çok sever, samimiyetine kalbimle inanırım. Ülkücü olarak tanımlar kendisini; bu tanımlamasından değil rahatsızlık duymam, ülkücü gençlerin de okuma yazma-tahsil çıtalarını giderek yükseltmeleri, sanata karşı daha duyarlı olmaları, uyuşturucu belasına karşı seslerini yiğitçe yükseltmeleri çok da hoşuma gider…
Hafta içi her gün canlı yayın olarak sürdürdüğüm programlarımda Hüseyin kardeşimi bir yıl boyunca (her Cuma günü) konuk aldım.
Her Cuma partnerimdi artık o. Çok severek yaptığı işini, benimle birlikte de vatan aşkı ile sürdürdü. Ve nasıl bir güzel örnekleme oluştu kendiliğinden biliyor musunuz? Dünya görüşleri farklı iki insan bayrak-vatan-bölünmez bütünlük-bağımsızlık paydalarında birleşerek adeta bir oldular. Eskişehir bunun ne kadar farkında bilemem! Ama Eskişehir dışındakiler bunun farkına varıp (Türkiye Sanat Platformu adlı bir oluşum), bu programı “yılın başarılı programı” diye ödüllendirdiler…
Kimleri konuk almadım ki programlarıma; Tuncay Özkan, Ümit Zileli, Ataol Behramoğlu, Onur Akın, Hüseyin Turan, Suavi, Haluk Özkan, Doğu Perinçek, Fevzi Kurtuluş, Kenan Erel…
Bir de Eskişehir’imizin değerlerini ekleyiniz aklınıza geldiği kadarı ile. Lakin benim unutamadığım anlardan biri de Ülkü Ocakları Başkanı Engin Şahan ile yaptığım programdır. Engin kardeşim doğal olarak beni sol tandanslı biri olarak tahayyül etmiş belleğinde. Canlı yayın heyecanı da eklenince doğal olarak bir gerilme durumu söz konusu tabii. Şarkı ve türkülerimizle açarım programı bilen bilir. Repertuarımda da binlerce şarkı-türkü vardır. O an “Çırpınırdı Karadeniz” şarkısı ile karşılamak geldi içimden kendisini.
İnanılmaz rahatladı, duygulandı…
Ereğim ve açık mesajım şu idi kamuoyuna; o emperyalist güç bir daha bizleri asla bölmemeli ve birbirimize düşürememeli! Vatan paydasında birleşebilen bizler artık o kirli güce oyuncak olmamalıyız milletçe…
Bu satırlarımla kendimi çok iyi anlattığım kanısındayım.
Şimdi yazımın başlığına vesile olan konuya girebilirim izninizle.
Sosyal paylaşımda Hüseyin Güven kardeşimin bir paylaşımının altına yorum yapmak geldi içimden. Eskişehir Ülkü Ocakları, bir binanın tapusunu üzerlerine almışlar, bu gururu paylaşıyorlar fotoğrafta. Bin bir emekle, fedakârlıkla (dayanışmayla) aldıkları bu binayı da, toplum yararına nasıl kullanacaklarını ifade ediyorlar. Bu hareketlerini sadece ben değil herkes alkışlar öyle değil mi? Aldıkları binanın tapusunu Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret ederek, onunla fotoğraflama gereği duymuşlar, bu da onların hakkı. Ben sadece Hüseyin kardeşime şöyle bir soru sordum; “Yüreğinin güzelliğine inandığım Hüseyin kardeşim. Devletin başına Devlet gelecek şiarına inanıyor musun?”
Beni tanımadığına inandığım bazı heyecanlı gençlerin hiç hoşuna gitmedi bu cümlem belli! Kendilerine göre tepki göstermeye kalktılar yorumumun altına. Ben de dilim döndüğümce kendimi ifade eder tarzda yanıtlarda bulundum ama uzadı gitti iş gereksiz yere…
Önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur der Albert Einstein. Bu bir kez daha kanıtlanmış oldu bizim coğrafyamızda. Altmış yıllık hayatım dupdurudur. Oryantal yapmayan, net duruşlu, köşeleri sivri olarak nitelenen insanım. Ve Hüseyin bilir ki kendime on birinci köy arayanlardanım (onuncusunu Bekir Coşkun kaptı)…
Emekleriniz, iyi niyetiniz bir cümle sonrasında buhar olup uçuyorsa birilerinin nezdinde, hassas kalbiniz cam kırıkları ile doluveriyor tabii. Biat kültüründen daima nefret ettim. Çünkü biz sadece Allah’a tapar, onun yarattığı hiçbir kula tapmayı aklımızdan geçirmeyiz. Onun resulü olan Hazreti Muhammed’in de birleştirici-barışçıl ve aydınlatıcı yolundan şaşmamayı amaç ediniriz. Bunun dışında hiç ama hiçbir kulu kutsamayız! Allah’a, Kur’an’a ve resulüne inananlar zaten ne cemaatlere ne mezheplere bölünmeye gerek duymaz, başka hiçbir insanı kutsamaz!
Demem şudur; sizler Devlet Bahçeli’yi sever sayarsınız. Bu bizi ilgilendirmediği gibi, onu eleştirmek de sizin değerlerinize saygısızlık anlamına gelmez. Onu eleştiriyorum diye, toplumumu birleştirici emeklerimi bir çırpıda heba etmenize de izin vermem. Başkanlık konusunda yıllardır zehir zemberek açıklamalar yapan en başta Bahçeli idi unuttunuz mu? Şunu sorarım ben sizlere sadece; şimdilerde başkanlıkla ilgili düşünceleriniz ne doğrultudadır?
Bana hem bunu hem de şu sorumu yanıtlayıp yardımcı olabilirsiniz; Bahçeli’yi sevmek zorunda mıyım? Deyin ki Sinan Oğan’ı çok daha fazla yakıştırıyorum bir makama! Düşüncelerimi açıklamam ya da açıklamamam konusunda yasak mı getireceksiniz bana?
OZANCA
OĞLUM!
İçimdeki ateşin nedenini sorarlar
Benim senden başka sızım mı var oğlum
Yurdumda beni göçmen sayarlar
Gidecek başka yurdum mu var oğlum
Benim sizden gayrı derdim mi var oğlum?
Bir yanda ülkem, bir yanda sen
İkiniz de yaralı kaderine küsen
Size feda bu can bir bilsen
Gidecek başka yurdum mu var oğlum
Benim sizden gayrı derdim mi var oğlum?
Yatarım aklımda, kalkarım aklımdasınız
Sevgisi hep artan, gizimde saklımsınız
Bazen kaybetme korkum, bazen yaşatansınız
Gidecek başka yurdum mu var oğlum
Benim sizden gayrı derdim mi var oğlum? Şinasi KULA