Prof. Dr. Alper Çabuk yazdı
Anadolu Üniversitesi’nin bölünmesi gündemiyle üç haftadır kendi köşemin gündeminden uzaklaşmıştım. Karar çıktı. Elimizden geleni yaptık olmadı. İçimiz yanıyor belki ama yapacak bir şey yok. Şimdi hayata yeniden tutunmalı, önümüze bakmalı ve Eskişehir’de Teknik Üniversiteyi kentlisiyle, sanayicisiyle, iş adamları, ticaret erbapları, akademisyenleri, siyaset adamlarıyla yeni bir yükselen yıldız olarak yaratmak için elimizden geleni yapmalıyız. Dedim ya, gündem Anadolu Üniversitesiydi, bu yüzden yazamamıştım kendi gündemimi; geçtiğimiz hafta yaşanan sağanak yağışlara bağlı olarak ortaya çıkan seller ve su baskınları nedeniyle, Eskişehir gibi birçok Anadolu şehrinde yaşanan önemli miktarda hasarı ve hasara dönüşen yanlışlarımızı...
Hep söylediğim gibi, gezegenimizin yaşanabilir olmasını sağlayan doğal süreçlerin bir parçası bu doğa olayları. Bu doğa olaylarının yerleşimlerimiz üzerinde yaratabileceği riski öngöremediğimizden gezegenimizi yaşanabilir kılan bu doğa olayları afetlere dönüşüyor. Aslında bu riski anlamak çok da zor değil, içinde bulunduğunuz bölgenin doğal karakterleri büyük ölçüde size neyle karşılaşabileceğinizi gösteriyor zaten. Ancak bu doğal karakterlere, o bölge yerleşim alanına dönüşmeden, yani yerleşim için yer seçimi çalışması esnasında bakmak gerekiyor. Yerleşimler diye ifade ediyorum, ama genellemek daha yerinde olacak sanırım. Çünkü bu durum endüstriyel tesisler, sanat yapıları, enerji üretim tesisleri gibi gereksinimlerimizi karşılamak için inşa ettiğimiz her yapı için geçerli. Yine sıklıkla ifade ettiğim gibi, çevreyi tehdit eden yer seçimleri ve yaklaşımlar, çevre tarafından tehdit edilirler. Üstelik geçmişte bu topraklarda yaşayan atalarımız bu bilinçle yerleşimler kurmuşlar çoğunlukla. Eskişehir’i ele alalım örneğin. Eskişehir Odunpazarı olarak isimlendirilen üç mahalleden oluşan yamaçta, konut dokusunun omurgasını inşa etmiş. 1950’li yıllardan itibaren Eskişehir yamaçtan ovaya doğru genişlemesini artırmış ve bu sebeple tarım topraklarına ve su havzasına zarar verirken, diğer yandan ovadaki sağlam olmayan zemin yapısına bağlı deprem riski ve su havzasında olması nedeniyle ortaya çıkan sel riskiyle yüzleşmeye başlamış. Tehdit eden yaklaşım, tehdit edilmeye başlamış.
Gelelim Ankara’daki geçen haftaki tarihin en önemli sellerinden biri olarak ifade edilen, Mamak’ta etkili olan sele. Zarar görmemek için geçmişe de bakmak ve tarihten dersler çıkarmak da lazım malum. Ama biz insanoğlu bu konuda da çok iyi sayılmayız. Ankara şehri Romalılar devrinden beri içinden geçen akarsuları fırsata dönüştürmeye çalışmıştır. Çubuk, İncesu ve Hatip çayları Ankara’nın kentsel dokusunu şekillendirdiği gibi Ankara’nın tarımsal üretimine ve ticari gelişimine de katkı sağlamıştır. Yani bu akarsular kente can vermiş ve kent de bu doğal zenginliğe uyumlu şekilde gelişmiştir. Ama ne zaman ki bu çaylar kanala alınarak kapatılmaya başlanmış, su havzaları yerleşime açılmış, işte o zaman Ankara’nın doğal zenginlikleri ve mekânsal karakteri tahrip olmaya ve çevre-insan arasındaki uyum bozulmaya başlamıştır. Bu da çok az bilinmekle birlikte Cumhuriyet tarihinde Ankara’da yaşanmış en büyük doğal afete yol açmıştır. 11 Eylül 1957’de Ankara’da meydana gelen ağırlıklı olarak Mamak’ta etkili olan selde, 12 Eylül 1957 basımı kimi gazete haberlerine göre bu afette 1000’e yakın kişi ölmüştür. Bazı kaynaklara göre bu sayı 169, bir kısmında da 300 civarı olarak ifade edilmektedir. Hatta sel suyunun yüksekliğinin 10 metreyi aştığı da belirtilmiştir. Hasarın ve can kaybının tam olarak boyutları bilinmese de aslında meydana gelen olay şuydu: Hatip Çayı Vadisi´nin yerleşime açılması yüzünden bölgenin taşkınlara karşı direnci azalmış ve havzanın doğal dengesi bozulduğu için yağan yağmur berekete değil, afete dönüşmüştü.
Geçen haftaki aşırı yağışlara bağlı olarak Ankara’da yaşanan, kamyonları bile sürükleyen bir sele yol açan afet, ne tesadüftür (!) ki 61 yıl sonra geçtiğimiz hafta yeniden Mamak’ta meydana gelmiştir.
İleride internet motoru aramalarında ulaşılabilsin, dersler çıkarılabilsin diye tarihe not düşmek adına; 11 Eylül 1957 tarihinde en çok Ankara Mamak’ta etkili olan Cumhuriyet tarihinin en büyük Ankara doğal afeti, en az 169 kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuş, afet Elmadağ’dan başlayan Hatip Çayı vadisi boyunca Hasanoğlan, Kayaş, Üreğil, Mamak, Saimekadın, Gülveren, Demirlibahçe, Bentderesi, İsmetpaşa Mahallesi, Dışkapı, Kazıkiçi Bostanları ve Akköprü semtlerini su altında bırakmıştır.
Ne demeli, ey insanoğlu, dersler çıkar, akıl et ki, yaşamasın insanoğlu afetleri.