Bu hafta yine yazımıza çok keyifle okuyacağınız İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Jack London’ın “Martin Eden” adlı yarı otobiyografik kitabıyla devam ediyoruz. Alt sınıfa mensup yazar olma hayli kuran genç bir denizcinin üst sınıf toplumuna mensup genç bir kıza olan aşkını okurken, yirminci yüzyılın Amerika’sının sosyal sınıfı hakkında da fikir sahibi oluyoruz aynı zamanda. Kitabın içeriğinden de biraz bahsedecek olursak;
SINIF FARKLILIKLARI
Martin İngilizceyi dahi iyi konuşamayan bir gemi işçisidir ve bir gün bir kavgada kurtardığı kültürlü ve zengin sınıfından olan Arthur’un davetlisi olarak evlerine gider. O akşam Arthur’un kız kardeşi Ruth da oradadır. Ruth’la tanışırlar ve o an birbirlerine tutulurlar fakat sınıf farklarından dolayı bu durumu kendilerine dahi itiraf edemezler. Çekici bir erkek olan Martin kendi sınıfının kadınları tarafından oldukça beğenilen bir erkektir. Aradaki sınıf farkından dolayı hislerini dile getiremese de bir süre sonra Martin Ruth’dan ders ve yönlendirme almaya başlar. Aldığı dersler İngilizcesini çok ilerletmesinin yanı sıra kültürünü de kat kat büyütür, geliştirir. Martin artık yazılar yazmaya başlar ve yazdığı yazılar kısa zamanda hayatının en büyük tutkusu haline dönüşür ve hatta yaşama sebebi olur. Birlikte oldukça zaman geçiren Martin ve Ruth artık aşklarının da iyice bilincine varmaya başlarlar. Fakat Martin’in yazdığı yazılar Ruth’un pek hoşuna gitmez. Bu durum zaman zaman onu umutsuzluğa düşürse de yazmaktan asla vazgeçmez…
AYDINLANMA SÜRECİ
Ruth’la kısa süre sonra nişanlanırlar fakat Ruth’un ailesi bu ilişkiyi onaylamaz. Martin tutkuyla yazdığı yazıları ülkedeki tüm dergilere yollar ama hep ama hep reddedilir. Çok tek tük cüzi olarak eline bir şeyler geçtiği olur fakat geçimine hiçbir faydası olmayan rakamlardır bunlar… Ve ona yazar olma hakkı da vermez... Ama hiç yılmaz, korkunç bir inatla yazmaya ve göndermeye devam eder. Martin bilgi birikimini arttırdıkça kültür olarak o kadar kendini geliştirir ki, Ruth’un çevresindeki insanlardan artık keyif almaz hale gelir ve artık kendini toplumdan soyutlamaya başlar. Bir gün Martin sosyalist derneğinde yaptığı ateşli konuşmayla ünlü olma hayallerine kavuşur. Fakat gazetelere manşet olmasıyla Ruth onu terk eder. Tam bu sırada birdenbire eserleri dergiler tarafından kabul görmeye başlar. İnanılmaz bir hızla dergilerden para kazanmaya başlar. Fakat o yazıları kabul gördüğü andan itibaren yazmayı bırakmıştır. Yalnızca daha önce yazdığı yazılarını satar. Eski nişanlısı Ruth büyük pişmanlıkla ona dönmek ister ama o artık aşkını da yitirmiştir tıpkı yazıları gibi.. O kadar uzun süre anlaşılmamanın yorgunluğu ve bıkkınlığı içindedir. İnsanlardan uzaklaşma fikriyle Tahiti’ye taşınmaya karar veren Martin karadan binlerce kilometre uzakta birden suya atlar. Önce huzurlu bir şekilde suyun üstünde kalır sonra bütün gücüyle suyun olabildiğince dibine dalar. Sonra yavaş ve emin bir şekilde kendisini derin sulara bırakır…
Özetle; Farklı sınıflar arasındaki kültür ve değer farklarını iki karakter üzerinden okuyucuya sunan London, statü ve servetin dönemin Amerika’sında ne kadar önemli olduğunu okuyucuya gösterirken başarıya ulaşmada sınıf farkının hiçbir önemimin olmadığını da Martin karakteri üzerinden okuyucuya aktarmıştır. Kitapta başkarakter Martin Eden’ın hayatı, sevinçleri, hayalleri, tutkusu, aşkı ele alınmış. Aşk romanı gibi görünse de ve başlarında ciddi bir aşk romanına hazırlansanız da, aşk teması kitabın ana fikrini ortaya çıkarmak için kullanılan bir araçtan öteye gidemiyor. London’ın yormayan akıcı dili, şairene biçiminde betimlemeleriyle bir çırpıda bitireceğiniz bir roman. Hala okumayanlar için muhteşem bir hafta sonu tavsiyesi olabilir.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...