– Selam, benim adım Selma.
– Selam, benimki de Özge, sen nasıl öldün?
– Donarak öldüm.
– Ne kadar korkunç!
– Yok o kadar kötü değildi, soğuktan titremem geçince ısınmaya başladım ve uyku bastı, sonunda huzur dolu bir ölüm.
– Peki sen nasıl öldün?
– Ağır bir kalp krizi geçirdim. Kocamın beni aldattığını sandım, onu iş üstünde yakalamak için eve erken geldim, fakat evde tek başına televizyon seyreder halde buldum.
– Sonra ne oldu?
– Kesinlikle evde başka bir kadının olduğundan emindim, bütün evi aramaya başladım. Çatıyı, yatakların altını her yeri aradım fakat bulamadım. Ararken aşırı yorulmuşum, kalp krizi geçirdim ve öldüm.
– Ah be güzelim, bir de derin dondurucuya baksaydın şu an ikimiz de yaşıyor olacaktık…
Yazı başlığında belirttiğim gibi; Aldatan da ölüyor, aldanan da!
Lakin şu gerçeği göz ardı etmek olası değil. Aldatanlar, aldananlar kadar acı çekmiyor saygın okurlar. Evet, finalde aldatan zındıklar için de paketleme biçimi aynı. Kesen rengi ve uzunluğu aşağı yukarı aynı, mezar derinliği aynı, “nasıl bilirdiniz” sorusu aynı. Hatta ve hatta naaş yıkayıcının makattan tıkayacağı pamuk miktarı ve tıkama şekli dahi aynı. Lakin ne olursa olsun yaşadığı süreçte yaptıklarının yanına kar kalması, ilahi adaletin yeryüzünde değil de mahşere kalması sebebi ile aldatanlar 1-0 önde oluyor kanımca…
İnsanın insanı aldatması kanıksanmıştır yeryüzünde.
Kocası kadını, kimi zaman da kadın kocasını aldatıyor.
Bu sadece bizim coğrafyamızda değil, batısıyla doğusuyla dünyanın her yerinde yaşanan sıradan olaylar. İşveren işçisini kandırıyor, iktidarlar işvereni kandırıyor, uluslararası sermaye (güç) iktidarları kandırıyor. Eminim ki sizlere bu tekerlemem siyah beyaz yıllarımızdaki bir şarkıyı anımsatmıştır; ‘Bu ne dünya kardeşim seven sevene’ sözleriyle başlayan. Ben de diyorum ki; ‘Bu ne dünya kardeşim soyan soyana (siz s harfi yerine başka bir harf de koyabilirsiniz mesela)…’
Herkesin herkesi kandırdığı bir dünyada en büyük sıkıntı toplumsal kandırılmalarda oluyor elbet. Siyaset ya da politika olarak adlandırılan arenada kırla gidiyor bu kandırmaca. Hele ki şu süreçte toplumun gözünün içerisine bakarak yapılıyor artık! Dün dediğini bugün unutanlara alışmıştık uzun yıllar öncesinden. ‘Dün dündür, bugün bugündür’ tekerlemesi ile topluma kandırılmayı kanıksatanlarla başlamıştı aslında bu işler. Peki, günümüzde ne durumda diye soracak olursak ‘hallice’ demekte yarar var! On ya da beş yıl önce söylediklerini video görüntüleri olarak alnının ortasına dayadıklarınızın suratları öylesine kösele ki; gözünüzün içerisine bakarak sizi yalanlıyor artık. Ya düzmece, ya montaj, ya özel hayatlara müdahale feryadı ile mağduru oynuyorlar. Oynamakla kalmıyor, kazananlar hanesine isimlerini yazdırıyorlar artık!
Aldatan da ölüyor, aldanan da!
Evet, bu kesin ama aldananlar iki kez ölüyor fark edemedikleri bu!
SİZİN SESİNİZ
Dost acı söyler!
Seyircisiz maç için bastırılan 26 bin biletin satılmasıydı kampanyanın özü. Valla ne yalan söyleyeyim en başta ESGROUP önderliğindeki yazılı ve görsel medyanın ve emekçilerinin olağanüstü gayretleri sonucu, kampanya başarıldı da…
Eskişehir’de yaratılan sinerji (ya da birlik-dayanışma ruhu), tüm Türkiye’ye güzel bir örnek olacak biçimde spor tarihine geçti. Aklımda kalan dipnotlardan biri de Eskişehir Sanayi Odasının bu kampanyada yüz bilet alarak sınıfta kalmasıydı. Burada yapılması gereken de, bu yüz biletin geri alınıp paralarının iade edilmesiydi aslında! Çok daha ders verici olup, Eskişehir kent belleğinde de unutulmazlar arasında yerini alırdı. Bence bu fikrimi değerlendirmeli Eskişehirspor yönetimi…
Fikir demişken, bu kampanya fikrini ortaya atan kişiyi tebrik etmek gerek öncelikle. İkinci derecede bu fikrin hayata geçirilmesinde (duyurulmasında) olağanüstü çaba harcayanları tabii…
Ve seyircisi, yöneticisi, ticaret adamları yani kısacası Eskişehir halkını tebrik etmek gerek; ‘helal olsun hepinize’ demek gerek.
Şu gerçeği de hemen eklemek gerek dost acı söyler anımsatmasını yaparak. Kimileri havaya iyiden iyiye girerek neredeyse şampiyon ilan ettiler köşe yazılarında Eskişehirspor’u! Arkadaş, dereyi görmeden paça sıvamak deyimini duymadın mı sen hiç? Daha dur yahu! Sen gurubunda kaç tane iddialı takım var hiç incelemedin mi? Çok ama çok daha önemlisi de; Eskişehirspor ne kondisyon, ne motivasyon (takım ruhu) ne de oyun disiplini anlamında henüz istenen performansta değil bile! Her maçı seyirci desteği ile medya desteği ile zar zor lehine çeviriyor ki; Semih’in dışında golcü umudu yok. Bakın demedi demeyin, minicik olumsuz bir kıvılcıma bakar her şey. Önümüzdeki dönem içerisinde böyle bir kıvılcım olmasın dilerim ki tüm içtenliğimle. Aksi halde Allah muhafaza! Demem şu, ben şampiyonluğa dört dörtlük aday tanımlamasına henüz yakıştırmış değilim ve daha epeyce eksiklerin olduğu kanısındayım…
Takdire evet ama gereğinden fazla göklere çıkaran yazıların anlamsızlığını anımsatmakta fayda görüyorum. Şimdilik takdiri tek hak eden (hem de koşulsuz hak eden) Eskişehirspor seyircisi ve destekleyenleri…
OZANCA
Benlik perdesinin çekme gözüne
Asla ham kelamı katma sözüne
Kişinin aynası yansır yüzüne
Her can seni okur tezin güzelse…