Atatürkçü Düşünce Derneği, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda alanlarda olacağını ve Türkiye’nin düşman işgalinden kurtuluş gününü coşkuyla kutlayacağını açıkladı diyor haberde…
Ve devam ediyor; Atatürkçü Düşünce Derneği Eskişehir Şube Başkanı Azmi Kerman, hükümet tarafından OHAL nedeni ile iptal edilmesine tepki gösterdi…
Ulusal Bayramların kutlanmasına dernek olarak her zaman önem verdiklerinin altını çizen Başkan Kerman, ulusal bayramların son yıllarda iktidar tarafından çeşitli bahanelerle iptal edildiğini belirterek şöyle sürdürüyor konuşmasını: Asla unutulmamalıdır ki, 30 Ağustos bugün de Türkiye’yi bölmek ve esir etmek isteyen emperyalistlere karşı kazanılan bir zaferin destanıdır. Ülkemize karşı yapılan kalleş, hain ve emperyalist saldırılara ancak güç birliği ve ortak akılla karşı koyulabilir, Atatürk ilke ve devrimlerini yaşama geçirerek çözebiliriz…
Cumhuriyet ve Atatürk değerlerine sahip çıkan bu güzel söylemli açıklama için ben de düşüncemi anında paylaşmak isterim elbet. Öncelikle başta zatıâli olmak üzere yönetimdeki tüm arkadaşlarına GÜNAYDIN diyerek sözlerime başlamak isterim!
Günaydın arkadaşlar.
Çünkü Üsküdar geçildi…
Çünkü sabah oldu kardeşler…
Bakınız, ta 1923 yılında ne demiş Atatürk’ümüz: Gericilere hoşgörü göstermek yüce bir terbiye göstergesi değil, bir milletin mutluluğuna, şerefine ve namusuna göz dikenlere hoşgörüdür ki, hiçbir zaman, hiçbir kişi buna izin veremez…
Yani derneğinizin adını, adından feyiz alarak koyduğunuz o büyük önderimiz söylemiş bu sözü ben demedim. 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05’de, yani 78 yıl önce başlar irtifa. Neyin irtifası demeyin bana; Cumhuriyetin ve Atatürk devrimlerinin elbet!
Hani “milli şef” sevdasının 11 Kasım itibarı ile hayata geçirilmeye çabalanması ile başlar. Aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün son günlerinde İnönü ile arasının hiç iyi olmadığını geç de olsa öğretti tarih bizlere. “Ata ölüyor mutlaka gelmelisiniz” davetlerini duymazdan, görmezden gelen İnönü’nün; manda ve himaye kabul edilemez diyen Mustafa Kemal’le yol ayrımı Ata’nın sağlığında başlamıştı. Gericiliğe verilen ödünler ise ebediyete göç etmesinin hemen ardından sürdürüldü. Köy Enstitüleri verilen ödünlerin zaten şah damarıydı, gerisini örneklemenin anlamı bile yoktur…
Demem şu; statüko geleneği ile başlayan süreç sonrasında bir bir koparıldı kılcal damarlarımız. Cumhuriyetle, devrimlerle, aydınlanmayla ilgili tüm güzellikler fal bakılan çiçek yaprakları misali koparıldı.
Ödün üstüne ödün, taviz üstüne taviz, kayıp üstüne kayıp…
Ulusal Ordunun halkın nezdindeki yerini irdeleyelim mi?
Kendi askerinin kışlasının önünü çöp kamyonlarıyla kapatıp,
ABD üstlerinin devamında sakınca görmeyen Türkiye Cumhuriyeti halkı gözündeki değeri nedir sizce?
Üstelik devletimizi yönetenlerce aleni biçimde darbenin arkasında ABD var, o ülkede yaşayan FETÖ adlı bir şer var derken...
Tüm bunlar yetmezmişçesine ABD Genel Kurmay Başkanı ve ekürisi adeta kontrole gelircesine, işler yolunda gidiyor mu diye sorgularcasına; kısacası yüzsüzcesine ülkemize gelebiliyorken…
Ben sadece Atatürk’ün ölümünden günümüze nasıl gelindiğine, bu vahim tablo oluşurken nasıl da sessiz kalındığına basit birkaç örnekleme yaptım. Esas anlatmak istediğim de demokrasinin can damarı diye nitelenen STK’ların (sivil toplum kuruluşlarının) nasıl sessiz ve seyirci kaldıklarını vurgulamaktır. Bu günlere adım adım gelinirken (demokratik kitle örgütlerinin suskunluğu öncülüğünde) “bize bişi olmaz” gafleti içersinde nasıl ödünler verdiğini anımsatmak istedim…
Bu günlere sadece on dört yılın yüzü suyu hürmetine gelinmediğini ayan beyan vurgulamak istedim. Susulmaması gereken zamanlardan günümüze susularak gelindiğini haykırmak istedim. “Bugün Allah için ne yaptın” sorgulamasını öğretirdi büyüklerimiz. Ben de bundan feyiz alarak; bugünlere gelinirken sizler toplum için nasıl önderlik ettiniz, ulusal değerlerimize katkı paydasında bir elin parmakları kadar proje ürettiniz mi demek istedim.
Sormak istedim gözlerinizin içine bakarak.
“30 Ağustosta Alanlardayız” demişsiniz, çok hoş!
Hangi alan ve kaç kişi ile?
SİZİN SESİNİZ
Biz kandırıldık!
Oda ve Borsa Başkanları ile istişare toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında Cemaat’e yönelik geçmişteki olumlu tavırları nedeniyle “Rabbimden af milletimden özür diliyorum” dedi.
Cumhurbaşkanı'nı koruyan alayın başındaki isim (Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın komutanı Kurmay Albay Muhsin Kutsi Barış) da “ben de kandırıldım” diye ifade vermiş.
İstanbul Barosu avukatlarından Burak Bekiroğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak eski bakanlar Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Suat Kılıç ve Sadullah Ergin hakkında “FETÖ Silahlı Terör Örgütü yöneticiliğinden” suç duyurusunda bulunmuş.
Dilekçesi savcılık tarafından kabul edilen avukat Bekiroğlu, dört bakanın FETÖ ile irtibatının olup olmadığıyla ilgili ayrıntılı soruşturma yapılmasını ve haklarında yurt dışına çıkış yasağı konulmasını talep etmiş.
AKP içersinde geçmişe yönelik bazı isimlerin de bu doğrultuda sorgulanacağı konuşulanlar arasında.
Şimdi insanların kafasına takılan soru şu; Hâkim karşısına çıkan herkes örnekleme yapıp “ben de kandırıldım” diye ifade verirse ne olacak?
OZANCA
ANADOLU’SUN
Sen sevdam değilsin Anadolu’sun
Kışların yazında sevdim ben seni
Köyümün incecik tozlu yolusun
O yolun tozunda sevdim ben seni… A.Haydar TİMİSİ