3 F+D

Portekizli diktatör Salazar'a ülkeyi 41 yıl tek başına nasıl yönettiğini sormuşlar. Hafif bir gülümseme ile “Tres F” yani “3 F ile” diye yanıt vermiş; Fado (müzik), Fatima (din) ve Football (futbol). 3F'deki din unsurunun yerini zamanla Portekiz dışındaki coğrafyalar “Fiesta” yani eğlence unsuru ile yorumlamış…
Böyle diyor Google yenge 3 F nedir sorusunun yanıtına.
Yani, faşist ya da dikta rejimlerin halkı uyuşturmak adına kullandıkları 3 F formülü olarak bilinir bu kavram. Franco'ya yakıştırılsa da, fado'dan da anlaşılacağı üzere çıkış noktası salazar portekiz'idir. fado müziği; fiesta eğlenceyi-şenliği, futbol ise malumunuz. Bizim oğlanlar (12 Eylül faşist darbecileri) zamanında Ankaragücü birinci lig'e nasıl yükseltilmişti anımsardanız. Hani şu meydanlarda şakşaklayıp onun anayasasına % 92 evet dediğimiz; şimdilerde en kral anti darbeci kesildiğimiz konuyu sanırım anımsadınız!
Bu konu ile yani 3 F ile ilgili görüşlerimi sıkça dile getirdim köşe yazılarımda. İlginçtir, ben bir beden eğitim öğretmeniyim ve yıllarca amatör kümede futbolculuk yaşantım söz konusudur. Sınıf bilincim oluştuğu an itibarı ile gerçekten de futbolun hangi amaca hizmet ettiğini daha iyi tahlil edebilecek konuma geldim. Bizim gibi ülkelerde hayatın gerçek gündemlerinden kitleleri koparan (uyuşturan) özelliği nedeni ile soğuk baktım olabildiğince…
Mehmet Sadık Bozkurt “çaylar benden” deyince fırsatı kaçırır mıyım? Davet ettiği yere, Adalar’daki Palmiye Kafe’ye gittim. Uzun zaman oldu onunla sohbet etmeyeli, olabildiğince hoş bir sohbette değindik bu konuya. Kendisi de benim gibi yıllarca futbol oynamış bir eğitimcidir (Edebiyat öğretmenidir) Bozkurt…
3 F tamam da buna bir de “Desti İzdivaçları” eklemeliyiz dedi. Son derece doğru bir tespitti. Şu son on yıla damgasını vuran böylesi seviye sıkıntısı çeken programlar ayyuka çıkmıştı günümüzde. Her televizyon kanalında vıcık vıcık, salya sümük vaziyetlerde sunuluyordu kitlelere. Dedikoduya, insanın özeline meraklı toplum da bu programları doğal olarak baş tacı yapıyor, izlenme rekorlarına alet olmaya devam ediyordu. Okumayı, bilgilenmeyi hayatta sevmeyen güzide toplum öğleden sonra kilitlendiği televizyonu başından akşam saatlerinde büyülenmiş (uyuşturulmuş) biçimde terk ediyordu…
Biliyor musunuz, RTÜK denen bir oluşum var ülkemizde! Ne işe yarar kısaca anımsatalım; televizyon kanallarında yayınlanan ve toplumsal değerleri korumak-yüceltmek adına bir kontrol mekanizmasıdır burası sözde! Ve en çok aldığı şikâyetlerin başında bu seviye yoksunu izdivaç programları gelmekte maalesef. Ama kılı kıpırdıyor mu sizce? Göstermelik birkaç hamlesi dışında yüreklerimize su serpen bir yaptırım aklınıza geliyor mu? İşte bundan cesaret alan program yapımcıları da olmayan seviyeyi tamamen yok etmek adına ellerinden geleni ardına bırakmıyor. Yeter ki çok izlensin kaygısı ile rezilliklerini ortaya koymaktan zerre çekinmiyorlar…
Hani hükümet önlem alıyor, yasa çıkarıyordu? KHK adı altında her saniye gece gündüz demeksizin yasa çıkaranlar bu konuya sıra geldiğinde neden mehter takımı gibi iki ileri bir geridir?
Bitmedi durun durun!
Bir de BONZAİ denen bir illet var bu milletin gençlerini uyuşturan hatta ecelsiz götüren. En son ülke manzarasını anımsatayım durun… Hemen her gün hayret veren olayların yaşandığı ülkemde, bu kez ölümle sonuçlanan akıl almaz bir olay yaşandı. İstanbul’da bir kişi, bahçesinde poşet içinde bulduğu bonzaiyi kekik sanıp, mangalda pişirdiği ete koydu. Yediği yemekten zehirlenen 9 kişi hastaneye kaldırıldı, bir kişi kurtarılamadı. Her beleş bulduğunu ganimet sayan bu nedir diye sorgulamayan mantık mı üzer sizi, kekik ile bilmediği otu ayırt edemeyen gözü dönmüşlük mü üzer sizi, bonzai paketlerinin ulu orta gezmesi mi? Ya da bu ölümcül madde işine karışan herkes terör suçlusu sayılacak, bu doğrultuda yasalar çıkarılacak dedikten sonra sesi soluğu çıkmayanlar mı üzer?
Onlarca köşe yazımın tek birine yanıt vermeyen; önceki Milli Eğitim Bakanı, şimdiki Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Nabi Avcı’nın anlamsız suskunluğu mu üzer? Neden çıkmaz bu yasa, neden ve hangi düşünceden ötürü hayata geçirilmez? Eskişehir’de tavan yapmış bir gerçek neden görmezden gelinmektedir? Emniyet birimlerinin namuslu birimleri bu kentte ellerinden geleni yaptıkları halde, bunun dışında kalan kurum ve kuruluşlar (ve hayattan habersiz halkımız) neden bu vahim konuya ortak edilmez hala? Sayın bakan sessizliğini bozacak mıdır peki? Hiç ama hiç umudum yok ne yazık ki…
 
SİZİN SESİNİZ
 
Mevcut partiler tarihe kavuşacak!
 
Çok değil üç hafta kaldı referanduma. Büyüklerimizin dediği gibi ak koyun kara koyun ortaya çıkacak yakında. Ama bilinçli ama bilinçsizce de olsa bu millet bir tercih yapacak 16 Nisan 2017 Pazar günü. Ağzı olan herkes bu konu ile ilgili görüş bildiriyor, tahminlerini ve hatta amigoluk görevini yerine getiriyor. Bukalemun doğasını kanıksamışlar ise malumunuz, oryantal biçimde suya sabuna dokunmaksızın ikbalini sürdürme kaygısındalar! Kısacası 16 Nisan akşamı saatin 20.00’yi gösterdiği sıralarda; ya parlamenter sistemin devamından yana olanların Cumhuriyet marşları gök kubbeyi saracak, ya da tek adamlık dönemini arzulayanlar balkon konuşmasında yeni bir devrin adını koyacak…
Bu konular üzerinde yoğunlaştığımız bir sohbette ilginç bir görüş sundu arkadaşım. HAYIR çıktığında muhalefet partileri misyonları doldurmuş olarak tarihe kavuşacaklar. Halk yeni partisini yaratacaktır çünkü böylesi bir sonuç alındığında hiçbir muhalefet partisinin önderliği söz konusu olmadan başarılmış olacaktır bu sonuç. Öyle ya! Halkın önderlik ederek elde ettiği bir sonuç sonrasında da halk kendine yakışan partiyi eninde sonunda kuracaktır…
 
 
OZANCA
 
ŞİİR DE İNSAN
Şiir okusaydı insanlar
Savaşlar olmazdı
Tanımış olurlardı yaşamın
Yaşanacak kadar güzel olduğunu
Anneler kına kokulu saçlarını yolmazdı
Çocuklarının şehit haberi geldikçe
Çıktığımız bu yolculukta
Karanlıkta kalmazdı sabahlar
Ellerimizi kime uzatsak
Hep kirli
Köşelerin karanlığında barut kokusu
Komşularının yangınına sebep
Kösnü körlüğü
Şiiri sevseydi insanlar
Kadınlar ve çocuklar vurulmazdı… Neşet KARAÇALTI