23 Ekim 2011’de yaşanan Van depreminin ardından iki yıl geçti. Van Depreminin ikinci yıldönümünde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen Uluslararası Deprem Sempozyumuna katılmak üzere Van’a gittim. Olağanüstü başarılı bir etkinlik organize edilmiş. Ancak yine de şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Depremin yıldönümünde Van’da yapılan bu uluslararası etkinlikte, medyada her depremden sonra boy gösteren deprem uzmanlarının olmasını dilerdim. Ne de olsa “lafla peynir ekmek gemisi yürümez ya da daha açık söylemek gerekirse memlekete fayda lafla sağlanmaz”. Eğer bu ülkeyi seviyorsan, bu ülkenin derdine deva aradığını iddaa ediyorsan, deprem uzmanıyım diyorsan, o zaman mazaretin olamaz, gelecektin Van’a, depremin yıldönümünde düzenlenen uluslararası sempozyumda deprem zararlarının azaltılması amacıyla ilgili bilimsel çalışmalarını paylaşmak için…yoksa sadece medyada boy göstermekle bilim adamı olunmuyor…olsa olsa film adamı olunuyor…
Her neyse lafı uzattık. Benim gözlemin, geçen iki yılın ardından Van’da depremin yaraları tam olarak sarıldı mı? Hayır, sarılamadı. Sarılabilir mi? Belki yaşam alanları düzelir, ama ateş düştüğü yeri yakıyor, yitirilen yaşamların ardından yaşanan acılar hiç bitmez. İşte benim de asla unutmayacağım hikayelerden biri Yunus’un hikayesi…
Anımsarsınız, Reuters muhabiri tarafından çekilmiş ve Van depreminin sembolü haline gelmiş, enkaz altında kurtarılmayı beklerken kurtarma ekipleri tarafından başının altına verilen yastığın üstünde, üzerindeki bir cansız bedenin altında, sakin bir şekilde kurtarılmayı bekleyen Yunus’un resmini… Kurtarılmayı beklerken Yunus’un bu sabrı ve sakinliği, kurtarıldığında “eve çok geciktim, babam çok kızacak” sözleri, işiten bir çoğumuzun yüreklerine işledi... Bu sözler, ne yazık ki, son sözleri oldu, Yunus’un. Yunus enkaz altından çıkarıldıktan sonra, Erzurum’a hastaneye nakledilirken iç kanama yüzünden öldü. Aileye depremden sonra vaadlerde bulunuldu, Ankara’ya yerleştirildi. Ancak verilen vaadler yerine getirilmeyince aile tekrar Erciş’e geri dönmek zorunda kaldı. Yunus’un gözü, arkada kaldı…
Yunus’un hikayesinde beni en çok etkileyen yönlerden biri ailenin hikayesi. On çocuğu olan ailenin maddi imkansızlıklar nedeniyle sadece iki çocuğu okutabilmesi, okuyan iki çocuktan biri olan Yunus’un ödevini yapmak için sabah erken saatte gittiği internet kafede yaşamını yitirmesi, Ablası Sibel’e, “abla ben okumayacağım, sen oku” jesti, ablasının “olmaz, sen okuyacaksın” yanıtı. Yunus’un eğitimine devam etmesi ve onun da ne yazık ki yaşamını yitirmesi… Deprem sonrası İzmir Ticaret Odası’nın Sibel’in okuması için destek sözü verdiğini işitmiştim. Umarım bu destek vaadi gerçekleşmiş ve Sibel eğitimine devam etmektedir. Yunus’un acısı, ablanın kaderini değiştirir ve ablası iyi eğitimli bir Türk kadını olarak, Yunuslar ölmesin diye hizmet edebilir.
Hep söylüyorum, insanların depremleri yaşaması kader olabilir, ancak depremler neticesinde insanların yaşamlarını yitirmesi, kader değil, ihmallerden kaynaklıdır. 21. Yüzyıl dünyasında eğer yerleşim yerleri için doğru yer seçimi yapıldıysa, oğru mühendislik ve tasarım çalışmaları yapılıp, uygulandıysa, yedi hatta sekiz şiddetinde bir depremde, tüm gelişmişliğimize rağmen bu kadar çok can kaybı yaşanması kader değildir. Bu, sadece bilgisizlikten, cehaletten, yoksulluktan, yokluktan kaynaklı ihmallerden ya da bazı kişilerin rant, daha fazla gelir sağlama kaygısından olabilir.
O zor şartlarda 13 yıl süren yaşamının ardında, enkazda çekilen o resmin dışında bir başka fotoğrafı dahi olmayan, o küçük yüreği, Yunus’u, ömrüm oldukça unutmayacağım, unutturmayacağım. Ömrüm oldukça, Yunuslar ölmesin diye, var gücümle çalışacağım.
Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun, herkese iyi haftalar.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...