Geçen haftaki yazımda neden yereli düşünmemiz gerektiğini dilim döndüğünce, satırlarım yettiğince ifade etmeye çalışmıştım. Herkese geçen hafta vurguladığım gibi, eğer çocuklarımızın geleceğini düşünüyorsak, yereli, yerel ekonomiye katkı sağlamayı, tüketimin artmasını değil, geri dönüşümü, yeniden kullanımı tekrar tavsiye etmek istiyorum. Yereli düşünürken, tüketimi azaltmak, yerel ekonomiyi güçlendirmek adına her ailenin bir doktoru, diş hekimi, berberi, kuaförü, kasabı, manavı, bakkalı olduğu gibi, terzisi, marangozu, ayakkabı tamircisi vb. de olmalı tavsiyemi yinelemek istiyorum....Bugün çevrenin bir başka boyutundan bahsedeceğim. Beni tanıyanlar, köşemi takip edenler bu konuyu sıklıkla vurguladığımı bilirler. Küresel iklim değişiklikleri ve bunlara bağlı ortaya çıkacak afetler, kuraklık, çölleşme 21. yüzyılın en önemli sorunu. Doğrudan beslenme ve yaşama şansımızı azaltan konular… İşte bu iklimde, NASA’nın bir raporu gündeme geldi. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede su kaynaklarındaki azalmanın kritik düzeye geldiği belirtildi. Bunun önemli nedenleri arasında yer altı sularının yanlış kullanımı ve küresel iklim değişikliklerine bağlı olarak yağış rejiminin değişmesi olduğu vurgulandı. Diğer taraftan geçtiğimiz ay gerçekleşen Davos Ekonomik Zirvesi’nde tanımlanan “Küresel Riskler” şöyle sıralanıyor: Gelir eşitsizliği ve dengesizliği, kronik mali dengesizlikler, küresel ısınmaya neden olan sera gazlarındaki artış, gıda kıtlığı krizi, finans sisteminin çökmesi, kitle imha silahlarının yayılması, su arzı krizi ve nüfus yaşlanmasının doğru yönetilememesi. Bunların içinden gıda ve su krizi öncelikli başlıklar olarak öne çıkarılmış. Geçen yıl ana teması büyük dönüşüm başlığı altında kapitalizmi tamir etmek olan Zirve, bu yıl dirençli dinamizm vurgusu yapıyor. Geçen yıldan bugüne bu dönüşüm ne kadar gerçekleşti bilememem, ama biran önce bu tamiratın sonuçlarını görmemiz gerektiğini vurgulamadan edemeyeceğim. Çünkü belki de yarın artık çok geç olacak…
......
Geçtiğimiz günlerde gazeteci kardeşim “Araf” köşesinde, Alpu’dan bir okurunun kendisine telefon ettiğini, “benim bir peyzaj mimarı olarak Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü Müdürü olmamı yadırgadığını” belirtmiş, gazeteci kardeşim de, “Anadolu Üniversitesi’nde tuhaf şeyler olduğunu, benim bir peyzaj mimarı olarak bu görevi yapmamın da bu tuhaflıklardan biri olduğunu” ifade etmiş. Bu telefon eden okur ve gazeteci kardeşimiz, benim mezun olduğum okul detayına ulaştıkları gibi, Enstitümüzü ve misyonumuzu anlamak için web sayfamıza baksalardı, 1993 yılında Enstitü kurulduğundan bu yana Enstitü’nün çalışmalarının “çevreye tehdit olmayan, çevrenin - afetlerin tehdit etmediği insan yerleşimlerinin ortaya çıkması için yer ve yeri oluşturan sistemleri araştırmak” olduğunu göreceklerdi. Tıpkı peyzaj mimarlığı meslek disiplinin ana felsefesinde olduğu gibi. Ben gazeteci değilim, bir akademisyenim, ancak kendi köşesinde de yazmak zorunda kaldığı tekzip metninde de yer alan Basın Ahlak Yasası ilkeleri özünde yer alan “Gazetecinin halka ve kamuoyuna karşı mesleki sorumluluğu, işverenine ve kamu otoritelerine karşı sorumluluğundan önce gelir” düşüncesine her gazetenin harfiyen uyması gerekir. Dolayısıyla, kamuoyuyla bir bilgi paylaşmadan önce gazeteci Basın Ahlak Yasası İlkeleri doğrultusunda bu sorumluğu anımsamalıdır. Lütfen Eskişehir’i seven, Eskişehir’i önemseyen herkes, gazeteci olsun, olmasın, bu bilinçle Anadolu Üniversitesi’ne yaklaşsın. Kimse hatasız değildir, herkes yönetici olarak yanlış hamleler yapabilir, ama bunu eleştirirken biraz daha sağduyulu olmak gerekir. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ bu kenti var eden, yerel ekonomisini destekleyen, kente dair yaptığı çalışmalarla ve toplumsal katkılarıyla daha yaşanabilir bir kent olmasını sağlayan, BU KENTİN TEMEL DİREĞİ’dir. Liderimiz her kim olursa olsun, Yılmaz hocamız, Akar hocamız, Engin hocamız, Fevzi hocamız, Davut hocamız, hep bizlere Açıköğretim faaliyetleriyle tüm Türkiye’ye, ulusal eğitim politikalarımıza, Eskişehir’e, diğer yükseköğretim kurumlarına katkı sağlamayı, model olmamızı salık vermişlerdir. Anadolu Üniversitesi bu ruh ve felsefeyle ülkemizin, Eskişehir’imizin dünyadaki ve Türkiye’de yüz akıdır ve ülkemizin en önemli kurumlarından biridir. Üniversitemizde yöneticiler değişir, ancak bu ruh ve felsefe değişmez. Ruh bedenden ancak ölünce çıkar. Eğer bu ruhun bu bedenden, Eskişehir’den çıkması istenmiyorsa, eğer ülkemize ve kentimize katkı sağlamak adına içimizde biraz sağduyu varsa, bu Kuruma zarar vermeyin. Emin olun, yapıcı eleştiriler, öneriler ve katkılar bu Kurumda hayat bulur, destek görür, kente ve ülkemize katkıya dönüşür.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...