Geçen haftaki yazımda artık iklim olaylarını hep uçlarda yaşadığımızı, bunun çoğu zaman bereket değil, afete neden olduğunu ifade etmeye çalışmıştım. Gerçekten de son bir haftada ülkemizin her yanını saran soğuk hava ve kar yağışı tam anlamıyla afete dönüştü. Oysa ki ne çok ihtiyacımız vardı, bu yağan kara… Ne de olsa kar yağışı demek, kuraklığa karşı, yeraltı sularının, yüzey sularının beslenmesi demek, bereket demek… Ancak bu sefer, Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgelerindeki aşırı soğuk, dalındaki narenciyenin, seralardaki sebzelerin zarar görmesine neden oldu. Bu yıl buğdayımız bereketli olacak, ancak meyve ve sebzede azalma olacak. Olsun bakalım… Yaz aylarında suyumuz bol olsun, bereket olsun inşallah… Örneğin geçen yıl Konya Ovası için hidrolojik kuraklık aşamasına gelindiği vurgulanmıştı yetkililerce, umarım bu kar yağışı tekrar o bölgenin eski bereketine kavuşmasını, su havzalarının yeniden beslenmesini sağlar…
Hep söylüyorum... Belki muasır şehirlerimiz, doğaya meydan okuyan sanayi tesislerimiz, yüksek katlı yapılarımız, yollarımız hatta evlerimiz olmadan yaşamımızı bir şekilde sürdürebiliriz. Ancak toprağımız, havamız ve suyumuz olmadan yaşayamayız. Muasır şehirlerimizden, medeniyetimizden vazgeçelim demiyorum... Dediğim aslında medeniyetimizi gezegenimizi anlamaya, ona verdiğimiz zararı azaltmaya, daha önce verilmiş zararı onarmaya da hizmet edecek şekilde de kullanalım. Bunu sağlayacak medeniyetimiz, teknolojimiz var, yeter ki onu doğru amaçlar için kullanalım. Örneğin fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaya çalışalım. Aslında her şey belki de kalkınma çabamıza yanlış yerden başlamış olmamızla ilgili... Endüstri devrimiyle başlayan bu arayışta, fosil yakıtları birincil enerji kaynağı olarak tercih etmemiz neticesinde bugün yaşadığımız iklim değişiklikleri ve iklim değişikliklerine bağlı giderek artan afetlerle karşı karşıya kalıyoruz. Gezegenimizin kendini yaşanabilir kılma çabası içinde tuttuğu karbon emisyonlarını, endüstri devrimi neticesinde fosil yakıtlar olarak çıkarıp, onları yakarak karbon emisyonlarını tekrar atmosfere vermemizle ilgili bu tarihi hatamız. Bunun bedellerini çoktan ödemeye başladık. Son on yılda iklim olaylarına bağlı ortaya çıkan afetlerdeki önemli miktarda artışla bu bedeli ödüyoruz. Giderek gezegenimiz biraz daha fazla insan için yaşanmaz hale geliyor, her yıl milyonlarca kişi iklim değişikliklerine bağlı afetler nedeniyle evsiz kalıyor, on binlerce insan hayatını kaybediyor, yüz milyarca dolarlık maddi hasarlar ortaya çıkıyor. Ne o, kalkınıyoruz böyle... Yok bunun adı kalkınma değil bunun adı, insanoğlunun bindiği dalı kesmesi...
Dünyamız ve doğamız yenilenebilme özelliğine sahiptir. Ancak onu öylesine bilinçsizce tahrip ediyoruz, ona rağmen kalkınmaya çalışıyoruz ki, artık doğanın bu yenilenebilme –regenerasyon kabiliyeti- verdiğimiz tahribatın hızına ayak uyduramıyor. Oysa ki çözüm çok basit, ona rağmen değil, onunla uyumlu bir şekilde kalkınmaya çalışmak. Onunla uyumlu olabilmeyi anlayabilecek, onunla uyumlu kalkınabilecek teknolojilere sahibiz. Başta yenilenebilir enerji kaynaklarını birincil enerji kaynağı olarak kalkınma sürecinde değerlendirmeye çabalasak bile, belki de karşı karşıya kaldığımız sorunları büyük ölçüde geride bırakabileceğiz... İşin sırrı yenilenebilirde... Daha fazla, daha büyük bedeller ödememek için...
Herkese iyi haftalar dilerim..