11 ay çalışıp tatili veya izni dört gözle bekliyorsunuz…
Tatil zamanı geldiğinde tatile çıkıyorsunuz…
11 ay iple çektiğiniz tatil veya izin sanki göz açıp kapatıncaya kadar geçiyor…
Cumartesi ve pazarı da sayarsak 15 gün nasıl geçti anlamadım…
Ama diğer taraftan da yazmayı özledim…
Yazdıklarımız karşılığında siz değerli okurlardan aldığımız olumlu veya olumsuz da olsa tepkiler, bizim gıdamız oluyor…
Kısa bir izinden sonra “merhaba” demenin hazzı ile kaldığımız yerden başlıyorum…
*-*******
Balon
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, “Bizim eve bile sığmaz” dediği o güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi. Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün cesaretini toplayarak:
-“Baloncu amca” dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı.
Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra:
-Paran var mı? Diye sordu. Sen onu söyle.
-Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
-“Öyleyse bayramda gel” dedi adam. Acelem yok, ben beklerim. Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı. Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru dönerek:
-“Küçük” diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm.
Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa, dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu. İster istemez balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek: “Birini bana verecektiniz” dedi.
Hangisi o? Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:
-“Seninki ağaçta kaldı evlat” dedi. İstersen çık al. Çocuk bu sefer ayakta bile durmadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun uzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:
“Olsun” diye mırıldandı. “Olsun.” Ağacın üzerinde kalsa da, bir balonum var ya artık.
*-*-*-*-*-*-*
Bu hikâyeyi neden köşeme aldığıma gelince…
Dün markete ekmek almak için giderken parkta 8-9 yaşlarında bir çocuğun çimenlerin üzerine oturmuş ağladığını gördüm…
Yanına giderek “neden ağlıyorsun?” diye sordum…
Önce anlatmak istemedi…
Biraz ısrar ettim…
Yanımda köpeğim de vardı…
Ona isterse köpeğimi sevebileceğini, hatta tasmasından tutarak gezdirebileceğini söyledim…
Önce bana baktı, sonra köpeğime…
“Isırır mı?” diye sordu…
“Sen seversen ısırır mı? Dokun bak istersen” dedim…
Çocuk gözyaşlarını cebinden çıkardığı kâğıt mendille sildikten sonra köpeğimi sevmeye başladı…
Baktı ki köpek ona zarar vermiyor, tasmasından tutarak parkta gezdirmeye başladı…
Biraz önce o ağlayan kız çocuğu o değildi…
Öyle mutlu oldu ki, köpekten ayrılmak istemedi…
Morali yerine geldiğini gördüğümde sordum…
“Neden ağlıyordun?”
Önce anlatmak istemedi…
Bende üstelemedim…
Köpeğimi biraz daha gezdirdikten sonra tam vedalaşmak üzereyken, utancından yüzünü eğerek sordu:
”Amca bir liranız var mı?”…
“Var. Ne alacaksın o parayla?” diye sordum…
“Dondurma alacağım. Annem iki lira verdi. O parayla istediğim dondurmayı alacaktım. Ama markete gelirken ayağım takıldı düştüm.”
Dizlerindeki ve avuç içindeki yaraları gösterdi. “Bir liramı düşürdüm. Aradım bulamadım. Annemden tekrar bir lira istersem vermez. Bana kızar. Siz bir lira verirseniz istediğim dondurmayı alacağım” dedi…
Market yakındı…
Elinden tutarak onu markete götürdüm…
Köpeğimi marketin girişindeki demirlere bağlayarak küçük kızla markete girdik…
Ona istediği dondurmayı aldım…
Avucunda kalan bir lirayı bana uzattı.
“Bir lirasını ben vereceğim” dedi…
Dondurmayı alıp marketin dışına çıktıktan sonra;
“Sen o parayı sakla. Bu bir lirayı da al. Yarında istediğin dondurmayı alırsın” dedim…
Küçük kız bir lirayı almak istemedi…
Ben ısrar edince zorla avucuna sıkıştırdım…
İstediği dondurmayı yiyebildiği için mutluydu…
Sanki az önce parasını kaybettiği için dondurma alamadığından dolayı üzülen, ağlayan çocuk o değildi…
İki gün sonra bayram…
Özellikle çocuklar bu bayramları dört gözle bekliyorlar…
Tıpkı benim çocukluğumda beklediğim gibi…
Daha sizin çocuklarınız bile sizin elinizi öpmeden kapı çalınır…
Açtığınızda birkaç çocuk elinize sarılıp “bayramınız kutlu olsun” diyerek elinizi öperler…
Siz önce şeker veya çikolata ikram edersiniz…
Onları aldıktan sonra yüzünüze bakmaya devam ederler…
“Hani harçlık yok mu?” dercesine…
İçlerinde ihtiyacı olanı da olmayanı da vardır…
Ama onlar çocuk…
Varlığı yokluğu bilmez…
O nedenle ellerine 1 lira dahi sıkıştırsanız onları mutlu edersiniz…
Onlar 1 Liraya bir kalem bile alabilirse mutlu oluyorlar…
En azından kendi harçlığından, yani kendi kazandığı parayla aldığı için…
Onları mutlu etmek bizim elimizde…
Bayramda kapımızı çalan çocuklara en az bir lira da olsa verebilirsek, ne kadar mutlu olduklarına şahit olacak, onları mutlu ettiğiniz için de sizde mutlu olacaksınız…
Günün Sözü: Adet ve kanunlar iyilik ile kabul edilmelidir. İyilik ve fayda bundadır. Baskı ve kölelik yolu ile kabul ettirilmesi ile doğacak zarar sayılamaz. Eflatun Platon
Dedem diyor ki: Dostun üzüntüsüne acı duyabilirsin. Bu kolaydır; ama dostun başarısına sempati duyabilmek, sağlam bir karakter gerektirir.