Cem Yılmaz gösterilerinden birinden Türk halkının radyasyon ile imtihanını böyle izah etmişti “Bu ülkede radyasyondan koşarak kaçan adam var” esprisi yapmıştı.
Meğer espri değilmiş, meğer Alpu Belediye Başkanı Rafet Demirtaş’ı tanıyıp, Termik Santrale övgüler yağdıran bir sorumlu ile karşılaştıktan sonra ağlanacak halimize gülüyormuşuz da haberimiz yokmuş.
Allah aşkına o nasıl bir açıklamadır. Binlerce insanın başta sağlığını düşünmek zorunda olan, ilçesinin çevresini, tarımını, geleceğini düşünmek zorunda olan bir Belediye Başkanı’nın Termik Santrali meyve ağacına benzetmesini nasıl izah edebiliriz ki..
Peki, bu santral nedeniyle Alpu ve çevresinde hava sıcaklığının 2 derece artacağını kabul etmek ve seracılık gelişecek diyebilmek? Yani iklim değişikliğini bir nevi güzel, sevindirici bir gelişme olarak algılayıp bir de seracılık gelişecek diye şoke eden bir söyleme ne demeli?
Ne demeli bilmem ama denilecek hiçbir şeyin bu zihniyete kar etmeyeceği açık.
Bu siyaset ne kadar kötü ki insanlar kendi mezar taşlarını gururla işleyecek, kötü bir fikri savunmak adına kendisi ve çevresinin yaşam tehdidi altında olmasını tebessümle karşılatacak ve hatta gerekirse kanser oluruz yahu yeter ki enerji olsun diyecek.
Herkes tutturmuş bir enerji ihtiyacı türküsü kendine göre söyleyip duruyor. Elbette enerjide dışa bağımlı olmayı kimse tasvip etmiyor ama bunu bu kadar önemseyenlerin ne hikmetse o ihtiyacı azaltmak adına hiç enerji tasarrufu yaptığını göremiyoruz. Oysa saçma sapan yaz saati uygulamasından tutunda, ufacık tasarruflarla bir santraldan çok daha fazla enerji üretmiş gibi tasarruf edebileceğimizi konuşmamız lazımdı.
Güneş, rüzgar, su ile elde edilebilecek yenilenebilir enerji yatırımlarına bundan yıllar önce başlamamız lazımdı.
Yıl olmuş 2018 Yüksek hızlı tren yaptık diye gururlanırken Termik Santrali savunmak .. Buharlı, kömürlü lokomotiflerin yeniden seri üretime geçmesi gibi bir anlam taşıyor.
Neymiş binlerce insan iş sahibi olacakmış. Bırakın da o binlerce insan asgari ücretle sağlığını yok etmek için mecburen çalışacağını Tarım, Hayvancılık teşvikleri ile sağlıklı yaşasın. Tarım ürünlerinde dışa bağımlı olmayalım, dışarıdan et getirmek zorunda kalmayalım. Aç kalmayalım, susuz kalmayalım.
Belki enerji olmadan, daha az elektrik ile yaşama imkanı var ama olası bir kaos da ekmek, su, gıda olmadan yaşamanın daha zor olduğunu unutmayalım.
Ne de olsa ekmek arası kömür yiyerek, elektrikle cep telefonumuzu şarj ederken bardağa radon gazı koyup içerek karın doymuyor değil mi?
Rıza Öztekin olsaydınız?
Günlerdir bu konu hakkında düşünüyor ama yazmaktan imtina ediyordum. Fakat anlaşılmamak pahasına bile olsa içimdekileri yazmak bir sorumluluktur diye düşünerek yazmaya karar verdim.
Olayı zaten duymayan, bilmeyen kalmadı. Şu meşhur el sıkmama olayı, basına yansıyan kısmıyla peşinen kabul ettiğiniz, o an ile, sadece kadın ve erkek diye ayrıştırıp başka yönlere çekmeye çalıştığınız konu hakkında anlayacağınız üzere sizden farklı düşünüyorum.
Konuyu iki hukuk insanı algısından çıkarmak büyük bir hata, öyle ki o tartışma Öztekin ve bir erkek avukat arasında yaşansa hiç tepki göstermeyecek olanlar yaşananları sadece Kadın üzerinden esas alarak bence hukuk ve kadın adına da yanlış yapıyorlar.
Evet, Öztekin kürsüde konuşmaya izin verse iyi olurdu ama onu eleştirenlerin aynı konum ve olay başına gelse ne yapacaklarından inanın emin değilim. Daha sert tepki göstereceğine inandıklarım bile bugün Öztekin’e yükleniyor.
Belli ki olayın geçmişten kaynaklı bir sorun olduğunu anlamak zor değil. İnanç gereği olsa anlayacağım ama kişisel düşüncelerle Baro Başkanının elini sıkmayı reddetmek bence hata. Madem icraatlerden kaynaklı bir tepki var ve Baroyu tanımıyorsun o zaman neden Baro’nun tertip ettiği törene katılıp neden o törende sahneye çıkmayarak tepki göstermek yerine sahneye çıkıyorsun ve bir de kürsüde ısrarla konuşma yapmak istiyorsun diye soran olmaması da bir eksiklik bence.
Bir de aradaki tartışmayı fiziksel şiddet olarak algılatmak isteyenler, bana pek iyi niyetli gelmiyor. Sürecin geldiği nokta da fiziksel olmasa bile psikolojik şiddetten belki bahsedilebilir ama şu an Rıza Öztekin’e temsil ettiği Baro nedeniyle gösterdiği tepkiden ötürü edilen küfürler, sosyal medya da dile getirilenlere bakınca ona uygulanan Psikolojik Şiddetin çok daha tehlikeli ve acımasız olduğunu düşünüyorum.
Derdim Öztekin haklı, Arpacı haksız demek değil. Derdim olayları yansıtma ve algılatma biçimimizi biraz daha sorgulatmak. Keşke yaşanmasaydı diyeceğimiz bir olay ama bu olaydan tespit çıkarmak, sonuç yakalamak için baktığımız pencerenin darlığıdır.
Bence bir daha, birkaç kere daha, daha derinden düşünün.