İşte bu kuruluş ayarları, 1937’de Anayasa’ya giren 6 ilkeyle, yani Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık ilkeleriyle ifade edilmiştir.
Dünkü yazımıza, kaldığımız yerden devam edelim…
*
21. Ulusal kültürü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak.
*
22. Özellikle ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilmek, kendi kaynaklarını kullanıp üreten bir ülke yaratmak.
*
23. Ekonomik yardım almak için veya başka bir nedenle asla tam bağımsızlıktan taviz vermemek.
*
24. Sınıf ayrımına ve sınıf çatışmasına değil, mesleklerin uyumuna, birlikte çalışmaya önem vermek.
*
25. Kişisel özgürlüğe önem vermek, her şeyden önce aklı özgürleştirmek.
*
26. Hayatın temeline, “en gerçek yol gösterici” olarak aklı ve bilimi koymak.
*
27. Akılcı, bilimsel ve laik eğitimi olabildiğince yaygınlaştırmak.
*
28. Düşünmeyi, sorgulamayı, aklı kullanmayı engelleyen bağnazlıkla; tekke, tarikat, cemaat kültürüyle mücadele etmek.
*
29. “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” düşünebilen insanlar yaratmak.
*
30. Tarihten ders almak.
*
31. Saltanat putunu yıkmak ve demokrasinin “insan ırkının ümidi” olduğuna inanmak.
*
32. Dinciliği, mezhepçiliği ve ırkçılığı reddetmek.
*
33. Bencilce değil, insanca bir “milliyetçilik” anlayışına sahip olmak.
*
34. Dinci, mezhepçi ve ırkçı değil; ortak bir geçmişi, ortak bir kültürü, birlikte yaşama arzusunu, ortak bir dille anlaşmayı ve aidiyet duygusunu esas alan bir “millet” tanımı yapmak.
*
35. Tüm farklılıklarıyla bir araya gelip ulus olabilmek.
*
36. Kadınlara temel haklarını vererek her bakımdan kadın erkek eşitliğini sağlamak.
*
37. “Dinamik ideal sahibi olmak; dünyadaki baş döndürücü değişime ve dönüşüme seyirci kalmamak, “medeniyet denizinde yüzmeyi öğrenmek” veya “medeniyetin coşkun seline katılmak.”
*
38. Zorunlu olmadıkça savaşın bir cinayet olduğuna inanmak, yalnızca nefsi müdafaa için, yaşamak için savaşmak.
*
39. Panislamizm, Panturanizm gibi yayılmacı, fetihçi, saldırgan politikalardan vazgeçip milli sınırlar içinde tam bağımsız yaşama politikasını benimsemek.
*
40. Kendi milletinin mutluluğu kadar tüm dünya milletlerinin mutluluğunu da düşünmek.
*
41. Dünyayı bir insan vücudu gibi görüp dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir rahatsızlıkla ilgilenmek.
*
42. Önce tüm komşularıyla, sonra tüm mazlum milletlerle, en son da tüm dünya ülkeleriyle “dostluk ve kardeşlik” antlaşmaları imzalayıp, diplomatik ilişkiler kurmak.
*
43. Dünyada sürekli barış için barış paktları, barış çemberleri, barış kuşakları oluşturmak.
*
İşte bu kuruluş ayarları, Türk bağımsızlık ve aydınlanma savaşının kazanılmasını sağladı.
Söz konusu ayarlar, beş bin yıllık uygarlık tarihi irdelenerek ortaya çıkarılan, tamamen insan aklıyla şekillenmiş toplumsal ve bilimsel doğrulara dayalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu aklı Atatürk, bu kurucu ayarları belirlerken Türk tarihinin en zor döneminden çıkardığı tarihsel tecrübelerden ve okuduğu yaklaşık dört bin kitaptan yararlanmıştır.
İşte bu kuruluş ayarları, 1937’de Anayasa’ya giren 6 ilkeyle, yani Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık ilkeleriyle ifade edilmiştir.
Dün ve bugün bahsettiğimiz ayarlar, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda tüm mazlum milletlerin kurtuluş reçetesidir.
Hatta bazı maddeler, tüm dünyanın-insanlığın kurtuluşunu sağlayacak niteliktedir.
*
Bitirirken Türkiye’nin kurucu aklı olan Atatürk’ün bir sözünü paylaşmak istiyorum:
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem; o ‘ben’ değil ‘biz’dir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”
*
Cavit Orhan Tütengil’in dediği gibi, Zübeyde Hanım’dan doğan Mustafa Kemal ile Türk milletinin bağrından doğan Mustafa Kemal Atatürk’ü birbiriyle karıştırmamak lazım.
Yani, Her buhran ve bunalım döneminde Mustafa Kemal Atatürk’e sarılırken, fani olanla, düşünce ve eylemde yaşayanı ayırıp, ölümlü olana değil, düşünce ve eylemde yaşayana yönelmek gerektiğini söylüyor Tütengil.
Pekiştirmek gerekirse…
Hasan Ali Yücel diyor ki: “Anıtkabir’de uyuyan Atatürk değil, ‘uyumayan, yaşayan’ Atatürk’e sarılmak çok daha önemli.