Bu hafta hikayeye konu olan Dünyamızı ve yaptığımız eylemlerle verdiğimiz tahribatın tek yaşam alanımızı nasıl yaşanmaz kıldığını anlayabilmek için Dünyamıza biraz yakından bakalım... ya da aslında belki de Dünyamıza yakından bakmak yerine biraz daha uzaktan, uzaydan baktığımızda içimizde yaşadığımız dünyanın tek yaşam alanımız, yuvamız olduğunu biraz daha iyi anlamamız mümkün olabilir. Pek çoğumuz, akademisyenler, siyasetçiler, toplumun farklı kesimlerinden pek çok kişi, günlük yaşamda “sürdürülebilir kalkınma”yı, sıklıkla ifade eder. Ülkemizin kalkınma planlarında “sürdürülebilir kalkınma” vardır. Ama emin olun, çok azımız sürdürülebilir kalkınmanın nereden çıktığı, altyapısı, oluşturan sebeplerden bihaberizdir. Sürdürülebilir kalkınma, 1987 yılında Brundtland başkanlığında oluşturulmuş komisyon tarafından hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” raporunda anlam bulmuştur...ve bana göre “Ortak Geleceğimiz” Raporu hakkında en ufak bir fikri olmayan kişilerin, sürdürebilir kalkınma üzerine eylem ya da söylem sahibi olması son derece kifayetsiz kalacaktır...İşte Ortak Geleceğimiz Raporunda şu ifade yer almaktadır: İnsanoğlunun uzaya gitmesi ve uzaydan gelen Dünyamızın ilk görüntüleri, insanoğlunun yaşadığımız mavi kürenin ne kadar kırılgan olduğunu anlamasını sağlamış ve çevre sorunlarına bakış açısını yerelden küresele doğru çevirmesine neden olmuştur. Lafı uzattık yine...Toparlayalım... Dünyaya böyle uzaydan baktığımızda büyük zannettiğimiz Dünyamızın evrende ne kadar küçük olduğunu algılamamız ve bu büyük evrende onun, tek yaşam alanımızın, ne kadar kırılgan olduğunu görmemiz mümkün olabiliyor. Böylece Dünyayı anlayabilmek adına “sürdürülebilir kalkınma ve geçen hafta bahsini açtığım geotasarım” hikayede yerini buluyor... On küsür milyar yaşında bir evrende, 4 küsür milyar yaşında bir Dünyada, sadece on bin yıllarla ifade edilen bir süre zarfında Dünyada bulunan biz insanların tek yaşam alanımıza sahip çıkmak yerine, onu tahrip ediyor olması kabul edilebilir gibi değil... Ancak sınırsız olan gereksinimlerimizi, sınırlı kaynaklarla karşılayabilmek için öncelikle Dünyayı çok iyi bir şekilde anlayabilmemiz gerekmektedir. İşte geotasarım, yerküre üzerinde yapılması düşünülen insan faaliyetlerinin planlanırken-tasarlanırken Dünyayı ve Dünyayı oluşturan sistemleri iyi anlama ilkesine dayanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmanın yolu da zaten budur...İnsanoğlunun Dünyaya, evrene hakim olduğu kibri ve sahip olduğu o küçük kırılgan küreyi, tam anlamadan yaptığı müdahaleler Dünyamızı, tek yaşam alanımızı, yuvamızı her geçen gün bizim için biraz daha yaşanmaz hale getiriyor. O kibrin bedelini yine bizler ödüyoruz... Afet oluyor, iklim değişiklikleri oluyor, susuzluk oluyor, sel oluyor, kuraklık oluyor, açlık oluyor... biz çevreye, Dünyaya tehdit oldukça, o da bize tehdit oluyor... Çevreyi tehdit etmeyen, çevrenin tehdit etmediği insan yerleşimleri, onu anlamaktan geçiyor... DÜNYA HEPİMİZE SAĞLIKLI BİR YAŞAMA ORTAMI SUNABİLECEK KADAR OLANAĞA SAHİP, ANCAK HIRSIMIZ AKLIMIZDAN ÖNDE GİDİYOR...
............................
Son haftalarda içinde Anadolu Üniversitesi geçen haberlerin sayısı giderek arttı. Sebebi yerel yönetimlere belediye başkanlığı için aday adaylıklarını açıklayan kişiler... Habere konu olanlara bakıyorum, önemli bir miktarı, Anadolu Üniversitesi mezunu. Demek ki, Anadolu Üniversitesi’nin ışığı, geçen yarım asırda Türkiye’nin her köşesini aydınlatmaya yetmiş... Yine bir başka haber Ergenekon hükümlüsü Ergün Poyraz’ın cezaevinde Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduğuyla ilgili... Sıklıkla çıkan diğer haberler, engelli olması nedeniyle üniversite eğitimine devam edemeyen pek çok yurttaşımızın Anadolu Üniversitesi’nin açık öğretim hizmetleriyle diploma sahibi olmasıyla ilgili... Her Açık Öğretim, İktisat, İşletme Fakültelerinin sınav görevinde, Anadolu Üniversitesi mensubu olmaktan biraz daha fazla gurur duyuyorum. Sınav görevleri esnasında, bir cezaevine gidip, mahkumlarla sohbet ettiğimde ya da gittiğimiz salonlardaki engelli vatandaşlarımızla karşılaşıp, Anadolu Üniversitesinin öğrencisi olmaktan nasıl mutlu olduklarına şahitlik ettiğimde, karşılaştığım, şahit olduğum değişen yaşamlarda Anadolu Üniversitesi’nin olduğunu görmek, yaptığım işin, çalıştığım kurumun bu ülke için ne derece önemli olduğunu anlamamı sağlıyor. Birkaç hafta önce bu köşeden yazdığım satırları tekrar ederek bu haftaki yazımı sonlandırmak istiyorum.... Herkese iyi haftalar...
“Bir üniversite hayal edin,
Çeyrek asırdan fazla zamandır, milyonlarca insana yüksek öğretim derecesi kazandırmış, on milyonları eğitimle buluşturmuş olsun…
Bir üniversite hayal edin, Türkiye’nin en çok kitap basan yayınevlerinden daha fazla kitabı, en çok ihtiyaç duyduğu şey kitap ve bilgi olan bir ülkede, tüm ülke genelinde on milyonlarca kişiye ulaştırmış olsun…
Bir üniversite hayal edin, tüm dünyada yediden yetmişe iki milyon insana eğitim versin…Bir üniversite hayal edin, bulunduğu ülkede yüksek öğretim kurumuna giden her iki kişiden birine hizmet versin… Her sınavında yüzbinlerce kişi görev alsın, binlerce farklı sınav, bir sınav içinde yapılsın… Hayal gibi değil mi? Bu dünyaya örnek olacak bir başarı hikayesi… İnanç, özveri ve emek dolu, birkaç kişiyle başlayıp, bugün tüm Türkiye’de binlerce akademisyen ile devam eden gerçek bir efsane… İşte bu hayaldeki üniversite gerçek olsun, adı ANADOLU olsun, köylüye, çiftçiye, çocuğa, gence, yaşlıya, engelliye, bağrında yetişen her insana umut olsun, bilgi olsun, başarı olsun, milyonların yaşamını değiştirsin, mutluluk, dostluk olsun, barış olsun… Hakkari’de dağdaki çobandan, Edirne’deki gümrük memuruna, şehirdeki polisten, kırsaldaki jandarmaya, genç fidanları yetiştiren öğretmenlerden, o fidanları dünyaya getiren ebelere kadar kimseyi ayırt etmesin, herkese fırsat eşitliği dahilinde kaliteli eğitim hizmeti versin… “
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...