Daha önce Ariel Dorfman’ın TIME dergisindeki şu satırlarını sizlerle paylaşmıştım:
Yaşamayan kahramanlardan ve onların yaşayanların omuzlarına yıktığı yüklerden ne kadar çekinsem de, bir kehanette bulunmadan edemeyeceğim. Bunu bir uyarı da sayabilirsiniz. Bu gezegende üç milyarı aşkın insan yaşamlarını sürdürmek için günde iki doları bile bulamıyor. Ve doğan her günle birlikte 40000 çocuk yani her saniyede bir çocuk, süregelen açlıkla ilintili hastalıklara yakalanıyor.
.......................................
Tekil bir yıldızın çevresinde çember çizen bir gezegende yaşıyoruz ve bu yıldıza güneş diyoruz. Bu, bu güneş sistemindeki gezegenlerden birinin; bizim dünyamızın hikayesi ve geçen birkaç yüzyıl boyunca iyi yönetemediğimiz evrendeki tek yaşam alanımızla ilgili… Bu hikaye, bu dünyanın bize atalarımızın mirası değil, gelecek nesillerin bir emaneti olduğuna inanarak yaşayanlara itafen… Karınca kararınca bir farkındalık yaratabilmek için bu köşeden fikirlerimi sizinle paylaşmaya çalışıyorum… Sakın ha zannetmeyin ki, işim az, tersine, kafamı kaşımaya fırsat bulamıyorum… Ama olsun, en azından ben bu emanete ihanet etmek istemiyorum… Hikaye , endüstri devrimiyle başlıyor... 4 küsur milyar yaşında bir gezegende, sadece 200 küsur yıllık bir dilimi anlatıyor... Bunu dünyanın yaşını, insan yaşamına göre uyarlayacak olsak, bu 200 küsur yıllık süre, ancak bir göz açıp kapama kadar kısa bir süre olur... İnsanoğlunun endüstrileşmeyle birlikte, artan gereksinimleri ve bunları karşılayabilme arzusu, buna bağlı olan tahribat, bu yüzyılda artık öylesi bir hal almış durumda ki, bize ne zaman sıra geleceğini bekler hale gelmişiz... Her saniyede bir çocuk... Nerede, kimin çocuğu olarak doğacağını seçme şansı olmayan bir çocuk... Belki de çok kısa bir zaman sonra, sıra bize de gelecek... Kalkınmak adına yaptığımız eylemler nedeniyle dünyamızın yardıma ne çok gereksinim duyduğunu ve çevremizi korumanın biz insanların geleceği açısından ne kadar önemli olduğunu belirtmeye gerek yok aslında. Ama ne yazık ki işi kalkınma boyutuyla değerlendirdiğimizde, kalkınmanın çevreye nasıl tehdit olduğunu göz ardı etmek de mümkün değil, diğer yandan. Gerçekten de çağdaş ekonomik sistemin temelinde yer alan Klasik ve Neoklasik Okul, ekonomik denge için devlet müdahalesinin en az seviyede olmasını ve bırakınız yapsınlar savını ön görürken, bu şekilde işlemeyen ve krize yol açan bu sistemin yarattığı sorunların çözümünde Keynesyen Okul, devletin kamu tüketim harcamalarını artırmasının piyasada bir canlılık yaratacağı savı ile, 20. Yüzyıla damgasını vurmuştur. BU ekonomik temeller göstermektedir ki, dünyadaki sistem, tüketimle var olan bir sistemdir. Peki ya hangi çevre koruma anlayışı, tüketimin artırılmasıyla bağdaşabilir? Zaten bugün yaşadıklarımız, kalkınma ve teknolojik gelişmelere yaklaşımımız açısından başarısızlığımızı açıkça göstermektedir. Şu an halen tüm dünyada etkisini sürdüren küresel ekonomik kriz, küresel iklim değişiklikleri, artan salgın hastalıklar, kuraklık ve tabii tüm gelişmişliğimize rağmen resmi kayıtlara göre her beş saniyede bir çocuğun açlık yüzünden ölmesi... Kalkınma ve teknoloji, çok şeyi değiştirebilir... Doğru kullanılırsa... Eylemlerimizi yaparken yer ve yeri oluşturan sistemleri anlamaya çalışmak, hem geçmişi ve günümüzü anlamamıza, hem de gezegenin geleceğine ışık tutmamıza olanak sağlar.
...........................................
1....2....3....4....5.....
Dünyada bir çocuk açlık yüzünde öldü....
1....2....3....4....5.....
Dünyada bir başka çocuk daha açlık yüzünden öldü...
....devam edecek....
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...