Merkez üssü Gemlik Körfezi olan 5,1 ve 4,5 büyüklüğündeki depremler, Eskişehir’de hissedildi ve doğal olarak endişeyle karşılandı. Ancak depremlerin hemen ardından uzmanlar bu depremlerin Eskişehir’i etkilemeyeceğini açıklayınca, biraz rahatladık.
Merkez üssü Gemlik Körfezi olan 5,1 ve 4,5 büyüklüğündeki depremler, Eskişehir’de hissedildi ve doğal olarak endişeyle karşılandı. Ancak depremlerin hemen ardından uzmanlar bu depremlerin Eskişehir’i etkilemeyeceğini açıklayınca, biraz rahatladık.
Ancak yine de çok rahatlamamak lazım.
Biz Türkler – maalesef – aşırı unutkan bir milletiz. Yaşadığımız bütün felaketleri unutuyoruz ki bizi yönetenler de bu unutkanlığımıza güveniyorlar.
Benim gençliğimde yine Körfez bölgesinde iki deprem yaşanmıştı. 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi ve 12 Kasım 1999 Düzce Depremi. Bu iki depremde toplam 21 bin vatandaşımız ölmüştü.
O yıllarda “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu büyük depremden ders çıkartacağız. Artık deprem bizim on binlerce vatandaşımızı öldürmeyecek. Biz de gelişmiş memleketler gibi depreme dayanıklı evler yapacağız” diye düşünüyordum.
Gençlik işte; insan böyle iyimser oluyor.
Eğer ki 1999 depremini unutmamış olsaydık, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depreminde 51 bin vatandaşımızı kaybeder miydik hiç?
Eskişehir Türkiye ortalamasına göre eğitim seviyesinin daha yüksek olduğu bir il. Bu yüzden diğer illerimize göre deprem gerçeğini biraz daha ciddiye alıyoruz. Ancak yine de bizi bekleyen tehlikenin tam olarak farkında olduğumuzu düşünmüyorum.
Şimdi kapımızda yerel seçimler var. Adaylar ve mevcut belediye başkanlarının deprem karşısında planlarının ne olduğunu bilmek en doğal hakkımız.
Umarım 31 Mart seçimlerine depreme karşı yapılacak projeler damgasını vurur. Böylece kim kazanırsa kazansın, kazanan Eskişehir olur.
Bir kuruş para gelmez
Sevgili hükûmetimiz ülkeyi ve kendisini ayakta tutabilmek için para arayışına çıktı. Hepimiz farkındayız ki topu diktik. Mart seçimlerinden sonra Saray Hükûmetinin niyeti biraz yumuşamak, İsveç gibi ülkelerin NATO’ya girmesine yeşil ışık yakmak, bu suretle batı sermayesinin Türkiye’ye akmasını sağlamaktı.
Yine Saray Hükûmetinin bir diğer hayali de Arap sermayesinin akın akın Türkiye’ye geleceği üzerineydi.
Belli ki Arap dostlarımız (!) “Haydi kardeşim dükkanın önünü kapatma. Allah versin” diyerek bizim asrın liderlerimizi kovalamışlar. Bir tek Katar’ın, “Başımın gözümün sadakası olsun” diye çok az bir miktar para verdiğini anlıyoruz.
Batı sermayesinin Türkiye’ye gelmesi ise imkansız. Çünkü batı sermayesi belki ve çok özel koşullarda demokrasinin olmadığı yere yatırım yapabilir. Ama asla ve kesinlikle hukukun olmadığı yere yatırım yapmazlar.
Özetlemek gerekirse Türkiye’ye dışarıdan tek kuruş para gelmez. Bu durumda geriye kalan tek seçenek vatandaşın gırtlağına daha çok çökmek, daha ağır vergiler ve salmalar salmaktır.
31 Mart seçimlerinden sonra tarihte görülmemiş bir ekonomik kriz bizi bekliyor. Belli ki bugünlerimizi bile mumla arayacağız. Hazırlıklı olmak lazım…