Depremin sabahına uyanmak...
17 Ağustos 1999 günü yaşanan deprem, ortaya çıkan can ve mal kaybı açısından Cumhuriyet tarihinin en büyük doğal afetlerinden biri oldu. Bu kadar can ve mal kaybı yaşanması, o büyüklükte bir depremin ortaya çıkardığı bu çok büyük hasarın oluşması engellenebilir miydi? Evet... Normal koşullarda bu büyüklükte bir depremin doğayı, yeri ve bunları oluşturan sistemleri anlayarak, doğru mühendislik yöntemleri ile şekillendirilmiş yapısal bir çevrede, bu şekilde bir hasara yol açmaması beklenirdi...olmadı... O dönemde TUBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde görev yapıyorum. Evimin balkonundan belki de İzmit Körfez’in tümünün keyifle görülebildiği olağanüstü güzel bir manzara vardı. İnanın o günün sabahında gördüğüm manzara, doğanın gücünü, yapılan yanlış müdahalelerle kendisinden alınanları doğanın nasıl tekrar geri aldığını bana anlatmaya yetti. Karşı kıyılarda görmeye alışık olduğum manzara o günün sabahından itibaren değişmiş, denize yapılan dolgular üzerinde inşa edilmiş yüzlerce ev denizin altında kalmıştı. Oradan körfeze bakmak, bana bir daha asla keyif vermedi; enkaz altında, sular altında kalarak yaşamını yitiren binlerce insanımızın acısını tekrar tekrar hissetmeme neden oldu. Zamanla depremin ortaya çıkardığı tahribatın izleri belki tamamen ortada kalktı. Ancak yüreklerde bıraktığı izler, hala tazeliğini korumakta.
..................................
Geçen hafta “…adı Anadolu olsun…” başlıklı yazımda ismi Anadolu olan bir üniversitenin sadece Eskişehir’in değil, Türkiye’nin, hatta dünyanın gündemine etki edecek işler yaptığını, Anadolu Üniversitesi’nin dünyanın dört bir yanından milyonlarca insana nitelikli eğitim imkanı sunduğundan bahsetmiştim. Bu hafta, Anadolu Üniversitesi’nin başka bir görevi nasıl kararlılıkla sürdürdüğünü aktaracağım. Malum, depremler bu ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri… Gündemden tam çıktığında, Anadolu’da bir başka yerde tekrar ortaya çıkıyor; yeniden yüzlerce, binlerce vatandaşımızın yaşamını yitirmesine neden oluyor; yapısal çevrelerdeki yanlış yer seçimleri, eksik, yanlış ya da hiç olmayan mühendislik hizmetleri nedeniyle olağanüstü can ve mal kayıplarına yol açıyor. İşte adı “Anadolu” olan bir kurumun böyle bir konuya duyarsız kalması söz konusu olabilir mi? Tabii ki hayır... Anadolu Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü, bu amaçla Türkiye genelinde önemli hizmetler yapıyor, yer ve yeri oluşturan sistemleri anlamaya çalışarak, afetlerin etkilemediği, çevreye en az olumsuz etkisi olacak insan yerleşimlerinin şekillenmesini sağlamaya çalışıyor. Diğer yandan yapılardaki yapısal kusurlarla da ilgileniyor. Ayrıca bu konuda yapısal kusurlara bağlı olarak ortaya çıkan can ve mal kayıplarının azaltılabilmesi amacıyla halkın, teknik adamların, karar vericilerin, denetleyicilerin, kısaca kentlerin tüm aktörlerinin bilinçlenmesini sağlamaya çalışıyor. Bu amaçla yapılan çalışmalardan biri, Prof.Dr. Yücel Güney’in liderliğinde hazırlanan, Deprem Bilinci Sergisi. Prof. Güney, daha önce Eskişehir’de zemine ve yapılara bağlı deprem risklerini ortaya koyan değerli meslektaşım, yol arkadaşım... Daha önce Eskişehir’de ve ülkemizin pek çok şehrinde halkla buluşan bu sergi, bu kez 17 Ağustos Anma Etkinlikleri kapsamında Eskişehir İMO Başkanı Fercan Yavuz’un desteğiyle, Türkiye’nin 81 ilinde, 100 noktada açıldı. Düşünebiliyor musunuz, Anadolu ismi Türkiye’nin 81 ilinde bu kez deprem bilinci yaratılması amacıyla telaffuz edildi. Anadolu Üniversitesi, farklı bir alanda daha ANADOLU’nun her yanında halka bilgi kaynağı oldu.
………………………
Her ne kadar tamamen spekülatif bir durum olduğuna inansam da, yine de bu dileği telafuz etmeden yazımı bitiremeyeceğim. Umarım, bu günlerde gündemde olan Üniversitemizin bölünmesi gerçekleşmez ve Eskişehir bir depreme uyanmaz. Umarım, Eskişehir’in o keyifli akademik ortamına ülkemizdeki ve dünyadaki diğer şehirlerdeki akademik çevrelerden pek çok kişinin keyifle, takdirle ve hatta imrenerek bakmaya devam etmesi mümkün olabilir. Bölünme gerçekleşirse, ortalığı kaplayacak toz ve duman dağıldığında, Eskişehir’de göreceğimiz manzara, içimizi acıtacak. Tıpkı deprem sonrası, ortaya çıkan tahribatın izleri tamamen ortadan kalktığında bile, benim İzmit Körfezi’ndeki manzaraya aradan geçen 14 yıla rağmen acıyla baktığım gibi… Buna inanın, bölünmenin yaratacağı tahribata, Eskişehir insanı zamanla alışılır belki ama, yüreklerde bırakacağı izler, asla silinmez… Herkese keyifli haftalar….