Geçen hafta, İstanbul’da yapılan Dünya Orman Forumu’ndan bahsederken, iklim değişiklikleri açısından ormanların ne derece hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştim. Bu hafta, başka bir noktadan bu konuyu biraz daha derinleştirmek ve zaman zaman afetlerle ilgili olarak belirttiğimiz kentsel dönüşüm boyutuyla da değerlendirmek istiyorum.
Türkiye, iklim değişikliklerinin önlenmesi ve azaltılmasını hedefleyen, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2004 yılında, Kyoto Protokolü’ne ise 2009 yılında taraf olmuştur. Kyoto protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda ülkelerin ortak mücadele etmesini sağlamaya çalışan uluslararası alandaki en önemli ve somut çerçeveyi teşkil etmektedir. Bu protokole taraf ülkelerin, iklim değişikliklerine yol açan karbondioksit ve diğer sera gazları salınımını azaltarak, sera gazları emisyonlarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmeleri gerekmektedir. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi gereğince Türkiye’de de, her yıl 1990 yılı emisyonları baz alınarak, yıllık ulusal sera gazı envanterleri hazırlanmaktadır. Geçtiğimiz günlerde 2011 yılı Ulusal Envanter Raporu, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hazırlanarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası’na sunulmuştur. Ulusal envantere göre, yukarıda belirttiğim uluslararası anlaşmalar kapsamında azaltılması gereken sera gazı emisyonları, tersine artmıştır. Buna göre, Türkiye’nin 1990 yılında karbondioksit eşdeğer olarak 188.43 milyon ton olan sera gazı emisyonu, 2011 yılında 422.4 milyon tona ulaşmıştır ve Türkiye karbondioksit eşdeğerli sera gazı emisyonunu 21 yılda yüzde 124 artırmıştır. 2010 yılına göre, Türkiye’de 2011 yılında yaklaşık yüzde beşlik bir artış olurken, AB’de yüzde üçlük bir azalma olmuştur. Yani iklim değişikliklerinin önlenmesi konusunda Türkiye uluslararası anlamda verdiği taahhütleri yerine getirememiştir... “İklim değişiklikleri neden önemli”, artık okuyucularım, neredeyse her hafta, her hafta aynı şeyi okumaktan bıkmışlardır, ama tekrar etmeden geçemeyeceğim... İklim değişiklikleri demek, aşırı yağışlar, seller, fırtına zararları, heyelan, kasırga demek, diğer yandan kuraklık, çölleşme, orman yangınları demek, yaşam alanlarımızı, toprağımızı, suyumuzu, beslendiğimiz tarım topraklarını, yaşamımızı tehdit eden “BÜYÜK AFET”ler demek... İşte bu noktada, kentsel dönüşüm yasası diye bilinen, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu’nun tarihi bir fırsata dönüştürülmesi gerektiği açık. Bu, afet riski altındaki alanlar belirlenirken iklim değişikliklerine bağlı risklerin de çok detaylı olarak dikkate alınmasıyla ve ardından başlayacak kentsel dönüşüm sürecinde ortaya konacak çözümlerin enerji verimli, yenilenebilir enerji kaynaklarını da ön plana çıkaran; servis ömrü uzun, ısı yalıtım değerleri yüksek, geri dönüştürülmüş veya dönüştürülebilir, yerel yapı malzemeleri kullanan daha ekolojik bir yapı stoğunun ortaya çıkmasını sağlayacak bir anlayışla olabilir... Bu neden önemli, zira Türkiye’de konutlarda 1990 yılında 240 milyon TJ olan toplam enerji kullanımı, 2011’de neredeyse 4 kat artarak 836 Milyon TJ’a çıkmıştır. Diğer yandan ulusal anlamda sera gazı emisyonlarındaki artış, elektrik üretiminde büyük ölçüde doğalgaz ve kömür yakma yolunu tercih etmemizden ve konutlarımızı ısıtmada fosil yakıtları enerji verimliliğini göz ardı ederek yapılmış yapı stoğunda aşırı kullanıyor olmamızdan kaynaklanıyor... Daha enerji verimli ve daha çevreye duyarlı binalar inşa edilmesine yol açacak bir kentsel dönüşüm, işte bu yüzden geçen hafta yazımda bahsettiğim ormanların artırılması korunması kadar önemli... Yoksa iklim değişiklikleri, ülkemizde daha fazla sel, daha fazla fırtına zararı, daha fazla erozyon, çölleşme, kuraklık olacak... Ve gün gelecek, bu coğrafyada bize emanet edilmiş en kıymetli hazinemizi, biyolojik çeşitliliğimizi, verimli tarım topraklarımızı, su kaynaklarımızı tamamen kaybedeceğiz... Bence Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki en önemli mevzuu bu... Dünya Orman Forumu’nda Başbakanımızın yaptığı açılış konuşmasında belirttiği gibi "küresel vicdana en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir çağda yaşıyoruz". Bu küresel vicdanın içindeki en önemli konulardan biri, yol açtığı afetler, kuraklık-açlık nedeniyle dünyada çok sayıda insanın ölmesine yol açan iklim değişikliklerinin önlenmesi olsa gerek... Herkese erken gelen yaz sıcağında değil, bahar tadında bir hafta dilerim...