Emirdağlılar Platformu’nun ortalığı karıştıran bir ilan meselesi var ya hani…
Emirdağlılar Platformu’nun ortalığı karıştıran bir ilan meselesi var ya hani… İşte Emirdağlılar Platformu, bu karışıklığı ortadan kaldırmak amacıyla bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Gerçekleştirdi gerçekleştirmesine de, karışıklığı ortadan kaldırmak bir yana, daha da arttırdı.
*
Çünkü Platform Başkanı Murat Kahya’nın yaptığı açıklama tatmin edici bir açıklama değildi. Medya mensuplarının sorduğu sorulara yanıt vermekte zorlandı. Belediye başkanlığına aday ya da aday adayı olabilme koşullarına ilişkin yetkinliği de yoktu; zira bu konuya ilişkin yaptığı açıklamalar çelişkilerle doluydu. Bunları detaylarıyla yazmayacağım, bütün gazetelerde ilgili haberleri okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.
*
Ben size başka bir şey aktaracağım şimdi… Toplantının amacı ilan karışıklığını ortadan kaldırmak olmasına rağmen, toplantı boyunca ilanla ilgili Kahya’dan bir açıklama duyamadık. Toplantı bittikten sonra Kahya’ya bizzat sordum: Nedir bu ilan meselesinin iç yüzü? Başkan Kahya aynen şu yanıtı verdi: “Bizim bir ilan verme düşüncemiz vardı. Taslak halindeydi. Ancak gazeteye ilan verilmesinden haberimiz yoktu. Çünkü ilanın verildiği gün değil, birkaç hafta sonra verilecekti o ilan. Erken gazeteye verilmesi, olayı şey yaptı. Biz dedik ki bekleyin, görüşmelerimiz devam ediyor. Böyle olunca ilan metni farklı bir yere çekilmiş. Ayhan Türkseven’in de gazeteye verildiğinden haberi yok bu ilanı. Yani erken gitmiş oldu, bir arkadaşımız vermiş ilanı. Tabi kimin böyle bir ilanı verdiğini bilemiyoruz.”
*
Emirdağlılar Platformu Başkanı Murat Kahya’nın ilan meselesine ilişkin açıklamasını okudunuz. İlanın verildiğinden haberi olmadığını resmen deklare etti! Taslak halinde olan ancak verilip verilmemesi konusunda net bir karar alınmayan metni, birisinin ilan olarak verdiğini söyledi. İşin ilginç yanı ise, platformun başkanı olmasına rağmen, ilanı kimin verdiğini bilmemesi ve bulamaması! Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına? Yani Kahya’nın şu açıklaması, ‘platform içinde platform var’ demek değil de nedir? Bu noktada şu soruyu sormam gerekiyor: Emirdağlılar Platformu içerisinde, yönetime paralel bir yapılanma mı var?
*
Öte yandan, daha trajikomik bir durum var. Toplantı öncesi konuştuğumuz ve görüşlerine başvurduğumuz kadınlardan bazıları, toplantının konusunu salonda öğrendiklerini, Suat Er’e destek vermediklerini, bunu da yazmamız gerektiğini ifade ettiler. Eh, okuduğunuz üzere ben de yazdım. Yani, platform başkanı çıkıyor, bütün Emirdağlı yurttaşlarımız adına açıklama yapıyor ve “adayımız Suat Er” diyor. Ancak aynı toplantıya katılan bazı platform üyeleri, “hayır biz Suat Er’i desteklemiyoruz” şeklindeki düşüncelerini fısıldayarak gazetecilere ifade ediyorlar. Olacak iş mi bu? O zaman, “platform yöneticileri üyelere baskı mı yapıyor” şeklinde bir soru akılları kurcalamaz mı? Bence kurcalar. Ha, bir de; bakın Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokrasiye inanan bir devlettir. Demokrasilerde, kimsenin oyu kimse için ipotek altına alınamaz. Ancak platform başkanı Murat Kahya, bu duruma oldukça ters bir açıklama yapıyor. Bu noktada Emirdağlılar Platformu ikinci Başkanı Ayhan Türkseven’in şu açıklamasını hatırlatmak ve altına imzamı atmak istiyorum: “Emirdağlıların oyuna kimse ipotek koyamaz.”
*
Yine enteresan bir durum… İlker Özokçu’yu çoğumuz biliriz. Yıllarını CHP’ye vermiş, yine CHP içerisinde birçok görevde bulunan, üst düzey makamlara aday olan, CHP’deki bazı antidemokratik uygulamaları eleştiren, dolayısıyla demokrasiye inanan, ön seçim isteyen sevdiğimiz bir ağabeyimiz. Ancak gelin görün ki, “Emirdağlılar Suat Er’i sözde istiyor” toplantısında başköşede iyi mi? Ve Suat Er’in, AK Parti veya MHP’den aday olmak istediğini artık cümle alem biliyor. E, durum böyle olunca, İlker Özokçu’yla ilgili de kafalarda deli sorular oluşmuyor değil! Şimdi Özokçu; ilan olayını destekliyor mu, Emirdağlılar’ın oylarına ipotek konulmasını destekliyor mu, AK Parti’den veya MHP’den aday olmak isteyen Suat Er, eğer aday yapılırsa oy verecek mi?
*
Ha, bir de… Kafamı kurcalayan bir durum daha var. Emirdağlılar Platformu yöneticileri neden Odunpazarı’na yoğunlaştı? Yani Büyükşehir ve Tepebaşı Belediyeleri için de düşündükleri, destekleyecekleri isimler yok mu? Madem siyaseten yeteri kadar temsil edildiklerini düşünmüyorlar, ‘ya herrü ya merrü’ diyorlar; o zaman ‘Emirdağlıların oyları, Büyükşehir ve Tepebaşı Belediyelerine aday olmak isteyen arkadaşlarımızındır’ şeklinde de bir açıklama yapmalılar. Ve dahi, siyasi partiler Emirdağlı bir ismi aday göstermiyorsa, Eskişehir’e hizmet etmek isteyen Emirdağlılar Platformu yöneticileri, üç belediye için ‘bağımsız üç aday’ çıkarsın ve seçtirsin bence. Seçtiremezse bile herhangi bir partiye seçim kaybettirebilir, böylece Emirdağlılar Platformunun gücünü göstererek ders verir. Dolayısıyla artık, söz konusu platform, her seçimde dikkate alınır.
*
Son söz: İlan olayının başından beri şunu düşünüyor ve aynı düşüncemi yineliyorum: Bu işin içinde bir bit yeniği var!
Eskişehir Barosu’nda stajyer kotası!
Önceki gün ES TV ekranlarına Eskişehir Baro Başkanı Mustafa Elagöz’ü konuk olarak aldık. Programda; Baro seçimleri, çöken Ergenekon davası, Türkiye’de yargı bağımsızlığı, yeni Baro yönetiminin anlayışı gibi birçok konuyu masaya yatırdık.
*
Elagöz’ün üç konuya ilişkin yaptığı açıklama oldukça dikkatimi çekti. Neydi o konular? -Devrimciliğin tanımı.
-Eskişehir’e kurulması planlanan kömürlü termik santral meselesi. -Baro’ya alınan stajyer sayısına kota konularak, 150’ye düşürülmesi.
*
İlk olarak Mustafa Elagöz’ün devrimcilik anlayışına ilişkin açıklamalarından başlayalım. Şunları söyledi Elagöz:
DEVRİMCİLİĞE KÖTÜ BAKMAM
“Devrimcilik ne demek? Önce devrimciliğin bir tarifini yapmak lazım bence. Şimdi devrimcilikle terörizmi birbirine karıştırmamak lazım bence. Devrimcilik nedir? Mevcut düzene karşı olmaktır değil mi? Şimdi biz ülkede sorunlar yaşıyoruz ister istemez. Herkes halinden memnun değil bu toplumda. Daha iyi bir düzen düşünmek devrimciliktir bence. O anlamda devrimciliğe kötü bakmam; tabi bölücülük faaliyetine girmedikten sonra. Benim dünya görüşüme gelirsek… Benim bir kırmızı çizgim vardır, açık ve net söyleyeyim: Atatürk milliyetçiliğidir. Bunun ötesinde bir düşünceyi tanımam. Atatürk’ü asla tartışma konusu etmem ve ettirmem.
KÖRÜ KÖRÜNE OY KULLANMAM
Hiçbir siyasi partiye üyeliğim yoktur. Demokrasinin gereği oy kullanma hakkımız var. Ben körü körüne hiçbir siyasi partinin arkasından gitmiş ve bu şekilde oy kullanmış bir insan değilim. Yani mesela bir dönem oy verdiğim siyasi parti, benim düşünceme uymayan veya tasvip etmediğim tavırlar içerisine girdiyse bir daha oy vermemişimdir.”
*
Gelelim kömürlü termik santral meselesine… Elagöz bu konuda, Baro’nun yaptığı hukuki çalışmaları bir bir anlattı ve hukuk mücadelesini sürdüreceklerine vurgu yaptı. Ancak benim merakım, Elagöz’ün santral konusundaki kişisel görüşüydü. Bakalım ne demiş Elagöz:
HAVAMIN KİRLENMESİNİ İSTEMİYORUM
“En büyük insan hakkı yaşam hakkıdır. Biz bu şehirde yaşıyoruz. Tabi hükümetimiz bir şeyler yapacak, yapmalıdır da. Yani bir şeyler yapılırken maalesef bizim ülkemizde şöyle bir şey var. Ben yaptım oldu mantığı var. Bu çok yanlış. Bakın bir yerden yaparken, bir yerden yıkıyoruz. Hukuku bir tarafa bırakarak insani olarak şunu söylüyorum: Ben bu şehirde yaşayan bir vatandaş olarak havamın kirlenmesini istemiyorum. Dünya artık bu tür enerji yatırımlarından uzaklaşmaya çalışırken yenilenebilir enerjiye, güneş enerjisine, rüzgar enerjisine dönerken ve enerji kaynaklarını değiştirirken, biz hala geçmiş dönemde kalmış sistemlere gidiyoruz.
SANTRAL ALPU OVASINI YOK EDER
Ben bu yatırımla toplumsal bir fayda göremiyorum. Ben bu olaydan sonra Alpu Ovası’na gittim ve inceledim. Bir insan olarak üzüldüm, bu ülkenin ve şehrin bir vatandaşı olarak üzüldüm. Yani çok güzel, verimli bir ova. Yani kıyacaklar bu ovalara… Bakın tarım çok önemli bir şey. Bakın Hollanda sular içinde küçücük bir ülke. Ama taşıma toprakla tarımda dünyada üçüncü sırada. İsrail’e bakalım… Küçücük bir ülke ve çöl. Ama bakarsanız tarımda dünyada ilk sıralarda. Tarım, bir ülke için olmazsa olmazdır. Yani siz tarımsal döngüyü ortadan kaldırırsanız, tarım arazilerinizi yok ederseniz bu olmaz. Söz konusu santral, Alpu Ovası’nı yok eder. Umarım devletimizi yönetenler hukuka uygun davranır ve bir daha bu konuyu konuşmayız.”
*
Ve Baro’daki stajyer meselesi… Elagöz göreve geldikten hemen sonra stajyer sayısını düşürdü ve 150 stajyer kotası getirdi. Bu uygulamanın doğru olduğunu düşünen de var, yanlış olduğunu savunan da. Elagöz bu uygulamaya zorunlu olarak geçtiklerini ifade etti. Gerekçe olarak da maddi ve fiziki şartların yeterli olmadığını söyledi. Bu noktada en büyük mağdurun, mezunlar olacağını da ekledi. Dahası, Türkiye’de gereğinden fazla ve azımsanamayacak kadar niteliksiz hukuk fakülteleri olduğunu öne sürdü; bu fakültelerin her yıl binlerce mezun verdiğini ve baroların avukat olmak isteyen herkesi stajyer olarak almakta zorlandığını vurguladı. Tabi Eskişehir Barosu’na stajyer olarak başvurup da kota nedeniyle ilk etapta kabul edilemeyen kişilerin, boşluk oluştukça kabul edileceklerine de vurgu yaptı. Ve sonunda devletimize şöyle bir çağrıda bulundu: Devlet bu sorunu çözmeli, mezunlarımızın ve Barolarımızın mağduriyetini bir an önce gidermeli.
*
Yazımı, soru cevap ile bitiriyorum… Şimdi, aşağıda okuyacağınız sorulara, Elagöz’ün verdiği cevaplara bakalım…
Türkiye’de hukuk var mı?
-Şu anda zayıfladı. Güçler ayrılığı var mı?
-Yasama, yürütme ve yargı ayrı değil. Yani güçler ayrılığı yok şu anda. Her şey yürütmeye bağlı. Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi, yargı bağımsızlığını olumsuz yönde etkiledi mi?
-Kesinlikle etkiledi.