Yargıtay 3’üncü Dairesi, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu ve ortalık karıştı. Kendi fikirlerimi hiç uzatmadan söyleyeyim, eğer ki Anayasa Mahkemesi resmen veya fiilen askıya alınır, çalışmaz hâle getirilirse, bu durum Anayasal Düzene karşı ve Devlete karşı işlenen ağır suçlar kapsamına girer. Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı suç işlenmiş olur.
Yargıtay 3’üncü Dairesi, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu ve ortalık karıştı. Kendi fikirlerimi hiç uzatmadan söyleyeyim, eğer ki Anayasa Mahkemesi resmen veya fiilen askıya alınır, çalışmaz hâle getirilirse, bu durum Anayasal Düzene karşı ve Devlete karşı işlenen ağır suçlar kapsamına girer. Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı suç işlenmiş olur.
Gerçi kimin umurunda?..
Anayasa Mahkemesi kararları da elbette tartışılır. Beğenmeyebilirsiniz. Fakat “Ben Anayasa Mahkemesini tanımıyorum” dediğiniz anda Türk Devletine isyan etmiş olursunuz. Sonra bir başkası çıkar, “Ben polisi tanımıyorum” der. Bir başkası, “Ben vergi kanunlarını ve vergi ödemeyi reddediyorum” der ve biri de çıkar, “Ben Cumhurbaşkanını tanımıyorum” deyiverir.
Elbette bu gelişmeler karşısında Türkiye’de pek çok kişi tepki göstermeye başladı. Bunlardan biri olan Eskişehir Baro Başkanı Mustafa Elagöz, “Bu yargı eliyle bir darbedir. Bir devlet krizidir. Yargı eliyle hukukun tasfiyesidir. Artık Türkiye’de hukukun bittiğinin, tuzun koktuğunun bir göstergesidir” dedi.
Durumun vahametini anlayan AK Partililer bile, “Bu kadarı da olmaz artık. Söz konusu Türk Devleti’nin bekasıdır” dediler. Ancak son olarak basın karşısında konuşan AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisi içindeki sağduyulu insanları sukutu hayale uğrattı. Erdoğan özetle, “Anayasa Mahkemesi son zamanlarda ardı ardına yanlış kararlar veriyordu” anlamına gelen bir açıklama yaptı.
Gerçi daha sonradan gelen tepkiler üzerine bu ağır ve yenir – yutulur olmayan ifadeler yumuşatıldı. Ancak söz ağızdan bir kere çıkmıştı…
Şimdi çok açık konuşalım; 31 Mart seçimlerinden sonra Türkiye tam bir ekonomik çöküşün içine girecek. Zaten şu anda “15 Temmuz darbesinin arkasındaki güç” olduğunu söylediğimiz ülkelerden yalvar yakar aldığımız bahşiş paralarıyla ayakta duruyoruz.
Hükûmetin IMF’ye gitmesi imkânsız. Çünkü IMF ilk iş, “Şu ihale kanunu düzeltilsin” diyecek ve AK Partiyi bir arada tutan “İhale olsun, neşemiz yerine gelsin” motivasyonu ortadan kalkacak.
Çaresiz Türk Milleti olarak sürüneceğiz. Tabii bu arada İstanbul Boğazı’nda oturup viski kadehlerini birbirine vuran ve Milletin annesine kadeh kaldıran AK Müteahhitler servetlerine servet katacak. Üstelik bu iş çok uzun sürecek. Türkiye’nin bu kafayla 4 – 5 seneden önce kurtulması imkansız. 4 – 5 sene de iyimser bir rakam…
Bu koşullar altında vatandaşın ve muhalefetin çok sert bir şekilde hükûmete yükleneceği açık. Ancak muhalefetin, basının veya sade vatandaşların hükûmete eleştiride bulunması için arkasında kapı gibi Türk adaletinin olması gerekir. Çünkü adalet olmadan kimse çıtını bile çıkartamaz. Belli ki Beştepe’deki AK Saray, iktidarını ve kurduğu düzeni korumak için yasaları ve demokrasiyi bir ayak bağı olarak görmeye başlamış.
Bir zamanlar Tayyip Erdoğan “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz” demişti.
Dedikleri doğru çıkıyor. Galiba son durağa geldiler…