Saffat Suresi Türkçe Tefsiri
Saffat Suresi, 182 ayetten oluşan bir suredir. Surenin ilk ayetinden son ayetine kadar, Allah'ın güç, kudret ve merhametinin tüm boyutları anlatılmaktadır. Saffat Suresi'nin Türkçe tefsiri, İslam alimleri tarafından birçok farklı yorum ile sunulmuştur. Ancak genel olarak, Saffat Suresi'nin anlamı şöyledir:Saffat Suresi'nin anlamı, Allah'ın gücü, merhameti ve insana olan sevgisi hakkında bilgi vermektedir. Surenin ilk ayeti, bu güç ve kudretin Allah'a ait olduğunu ifade ederken, diğer ayetler ise Allah'ın gücünü yeryüzünde gösteren olaylara yer vermektedir. Saffat Suresi, insanlara doğru yolu bulmaları için bir çağrıdır. Okuyan, dinleyen veya anlayan herkes için bir uyarı içeren ayetlerden oluşmaktadır.
Arapça Yazılışı
Saffat Suresi, Arapça olarak yazılmıştır. Saffat kelimesi, "yapılan işlerin sonuçları" anlamına gelirken, surenin adı "Saffat edenler" anlamını taşır. Saffat Suresi, Arapça olarak yazılmış ve Kur'an-ı Kerim'de 37. sure olarak yer almıştır.Saffat Suresi Okunuşu
Vessaffati saffa2.Fezzacirati zecra
3.Fettaliyati zikra
4.İnne ilaheküm le vahıd
5.Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık
6.İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib
7.Ve hıfzam min külli şeytanim marid
8.La yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune min külli canib
9.Dühurav ve lehüm azabüv vasıb
10.İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb
11.Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib
12.Bel acibte ve yesharun
13.Ve iza zükkiru la yezkürun
14.Ve iza raev ayetey yesteshırun
15.Ve kalu in haza illa sıhrum mübın
16.E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb'usun
17.E ve abaünel evvelun
18.Kul neam ve entüm dahırun
19.Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun
20.Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın
21.Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun
22.Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya'büdun
23.Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym
24.Ve kıfuhüm innehüm mes'ulun
25.Me leküm la tenasarun
26.Bel hümül yevme müsteslimun
27.Ve akbele ba'duhüm ala ba'dıy yetesaelun
28.Kalu inneküm küntüm te'tunena anil yemın
29.Kalu bel lem tekunu mü'minın
30.Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn
31.Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun
32.Fe ağveynaküm inna künna ğavın
33.Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun
34.İnna kezalike nef'alü bil mücrimın
35.İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun
36.Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun
37.Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın
38.İnneküm lezaikul azabil elım
39.Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta'melun
40.İlla ıbadellahil muhlesıyn
41.Ülaike lehüm rizkum ma'lum
42.Fevakih ve hüm mükramun
43.Fı cennatin neıym
44.Ala sürurim mütekabilın
45.Yütafü alyhim bi ke'sim mim meıyn
46.Beydae lezzetil lişşaribın
47.La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun
48.Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn
49.Ke ennehünne beydum meknun
50.Fe akbele ba'duhüm ala ba'dıy yetesaelun
51.Kle kailüm minhüm innı kane lı karın
52.Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn
53.E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun
54.Kale hel entüm müttaliun
55.Fattalea fe raahü fı sevail cehıym
56.Kale tellahi in kidte le türdın
57.Ve lev la nı'metü rabbı leküntü minel muhdarın
58.E fe ma nahnü bi meyyitın
59.İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın
60.İnne haza le hüvel fevzül azıym
61.Li misli haza felya'melil amilun
62.E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum
63.İnna cealnaha fitnetel liz zalimın
64.İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym
65.Tal'uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn
66.Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün
67.Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum
68.Şümme inne merciahüm le ilel cehıym
69.İnnehüm elfev abaehüm dallın
70.Fe hüm ala asarihim yühraun
71.Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın
72.Ve le kad erselna fıhim münzirın
73.Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın
74.İlla ıbadellahil muhlesıyn
75.Ve le kad nadana nuhun fe le nı'mel müccıbun
76.Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym
77.Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn
78.Ve terakna aleyhi fil ahırın
79.Selamün ala nuhın fil alemın
80.İnna kezalike neczil muhsinın
81.İnnehu min ıbadinel mü'minın
82.Sümme ağraknel aharın
83.Ve inne min şıatihı le ibrahım
84.İz cae rabbehu bi kalbin selım
85.İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta'büdun
86.E ifken aliheten dunellahi türıdun
87.Fe ma zannüküm bi rabbil alemın
88.Fe nezara nazraten fin nücum
89.Fe kale innı sekıym
90.Fe tevellev anhü müdbirın
91.Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te'külun
92.Ma leküm la tentıkun
93.Ferağa aleyhim darbem bil yemın
94.Fe akbelu ileyhi yeziffun
95.Kale e ta'büdune ma tenhıtun
96.Vallahü halekkkaküm ve ma ta'melun
97.Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym
98.Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın
99.Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın
100.Rabbi heb lı mines salihıyn
101.Fe beşşernahü bi ğulamin halım
102.Felemma beleğa meahüs sa'ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif'al ma tü'meru setecidünı in şaellahü mines sabirın
103.Felemma eslema ve tellehu lil cebın
104.Ve nadeynahü ey ya ibrahım
105.Kad saddakter rü'ya inna kezalike neczil muhsinın
106.İnne haza le hüvel belaül mübın
107.Ve fedeynahü bi zibhın azıym
108.Ve terakna aleyhi fil ahırın
109.Selamün ala ibrahım
110.Kezalike neczil muhsinın
111.İnnehu min ıbadinel mü'minın
112.Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn
113.Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın
114.Ve le kad menenna ala musa ve haun
115.Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym
116.Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın
117.Ve ateynahümel kitabel müstebın
118.Ve hedeynahümes sıratal müstekıym
119.Ve terakna aleyhima fil ahırın
120.Selamün ala musa ve harun
121.İnna kezalik enczil muhsinın
122.İnnehüma min ıbadinel mü'minın
123.Ve inne ilyase le minel murselın
124.İz kale li kavmihı ela tettekun
125.E ted'une ba'lev ve tezerune ahsenel halikıyn
126.Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın
127.Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun
128.İlla ıbadellahil muhlesıyn
129.Ve terakna aleyhi fil ahırın
130.Selamün ala ilyasın
131.İnna kezalike neczil muhsinın
132.İnnehu min ıbadinel mü'minın
133.Ve inne lutal le minel mürselın
134.İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn
135.İlla acuzen fil ğabirın
136.Sümme demmernel aharın
137.Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn
138.Ve bil leyl e fe la ta'kılun
139.Ve inne yunüse le minel murselın
140.İz ebeka ilel fülkil meşhun
141.Fe saheme fe kane minel müdhadıyn
142.Feltekamehül hutü ve hüve mülım
143.Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn
144.Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb'asun
145.Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym
146.Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn
147.Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün
148.Fe amenu fe metta'nahüm ila hıyn
149.Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun
150.Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun
151.E la innehüm min ifkihim le yekulun
152.Veledellahü ve innehüm le kazibun
153.Astafel benati alel benın
154.Ma leküm keyfe tahkümun
155.E fe la tezekkerun
156.Em leküm sültanüm mübın
157.Fe'tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn
158.Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun
159.Sübhanellahi amma yesıun
160.İlla ıbadellahil muhlesıyn
161.Fe inneküm ve ma ta'büdun
162.Ma entüm aleyhi bi fatinın
163.İlla men hüve salil cehıym
164.Ve ma minna illa lehü mekamüm ma'lum
165.Ve inna le nahnüs saffun
166.Ve inna le nahnül müsebbihün
167.Ve in kanu le yekulun
168.Lev enne ındena zikram minel evvelin
169.Lekünna ıbadellahil muhlesıyn
170.Fe keferu bih fe sevfe ya'lemun
171.Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın
172.İnnehüm le hümül mensurun
173.Ve inne cündena lehümül ğalibun
174.Fe tevelle anhüm hatta hıyn
175.Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun
176.E fe biazabina yesta'cilun
177.Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın
178.Ve tevelle anhüm hatta hıyn
179.Ve ebsır fe sevfe yübsırun
180.Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun
181.Ve selamün alel murselın
182.Vel hamdü lillahi rabbil alemın
Saffat Suresi Türkçe Anlamı
Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır. ﴾1-4﴿ O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir. ﴾5﴿Biz en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık. ﴾6﴿ Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. ﴾7﴿ Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. ﴾8-9﴿ Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder). ﴾10﴿ (Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. ﴾11﴿ Hayır, sen (onların haline) şaştın onlar ise alay ediyorlar. ﴾12﴿ Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar. ﴾13﴿ Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar. ﴾14﴿ (Dediler ki:) "Bu bir büyüden başka bir şey değildir." ﴾15﴿ "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?" ﴾16﴿ "Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?" ﴾17﴿ De ki: "Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz)." ﴾18﴿ O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler. ﴾19﴿ Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür." ﴾20﴿ Onlara, "İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür" denilir. ﴾21﴿
Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. ﴾22-24﴿ Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. ﴾24﴿ Onlara, "Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?" denir. ﴾25﴿ Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir. ﴾26﴿ Birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler). ﴾27﴿ Şöyle derler: "Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz." ﴾28﴿ Diğerleri de onlara şöyle derler: "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz." ﴾29﴿ "Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hakimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz." ﴾30﴿ "Artık Rabbimizin sözü (azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız." ﴾31﴿ "Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik." ﴾32﴿ Artık onlar o gün azapta ortaktırlar ﴾33﴿ İşte biz suçlulara böyle yaparız. ﴾34﴿
Çünkü onlar, kendilerine, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" denildiği zaman inanmayıp büyüklük taslıyorlardı. ﴾35﴿ "Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" diyorlardı. ﴾36﴿ Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir. ﴾37﴿
Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız. ﴾38﴿ Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. ﴾39﴿ Ancak Allah'ın halis kulları başka. ﴾40﴿ İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir. ﴾41-42﴿ Onlar Naim cennetlerindedirler. ﴾43﴿ Koltuklar üzerinde karşılıklı olarak otururlar. ﴾44﴿ Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır. ﴾45-46﴿ Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar. ﴾47﴿ Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. ﴾48﴿ Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır. ﴾49﴿
Derken birbirlerine yönelip sorarlar. ﴾50﴿ İçlerinden biri der ki: "Benim bir arkadaşım vardı." ﴾51﴿
"Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi. ﴾52﴿ "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?" ﴾53﴿ Konuşan o kimse yanındakilere, "Bakar mısınız, hali ne oldu?" der. ﴾54﴿ Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür. ﴾55﴿ Ona şöyle der: "Allah'a andolsun, neredeyse beni de helak edecektin." ﴾56﴿ "Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum." ﴾57﴿
"Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?" ﴾58-59﴿ Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır. ﴾60﴿ Çalışanlar böylesi için çalışsınlar! ﴾61﴿
Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? ﴾62﴿ Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık. ﴾63﴿ O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır. ﴾64﴿ Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır. ﴾65﴿ Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır. ﴾66﴿ Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır. ﴾67﴿ Sonra onların dönüşleri mutlaka cehennemedir. ﴾68﴿
Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular. ﴾69﴿ Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler. ﴾70﴿
Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı. ﴾71﴿ Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik. ﴾72﴿ Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu! ﴾73﴿ Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka. ﴾74﴿
Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık. ﴾77﴿ Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. ﴾78﴿ Âlemler içinde Nûh'a selam olsun! ﴾79﴿ İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız. ﴾80﴿ Çünkü o, bizim mü'min kullarımızdandı. ﴾81﴿ Sonra biz, diğerlerini suda boğduk. ﴾82﴿
Şüphesiz İbrahim de onun taraftarlarından idi. ﴾83﴿ Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti ﴾84﴿
Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: "Siz neye tapıyorsunuz?" ﴾85﴿ "Allah'ı bırakıp da bir takım uydurma ilahlar mı istiyorsunuz?" ﴾86﴿ "O halde Âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?" ﴾87﴿ İbrahim yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi. ﴾88-89﴿ Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar. ﴾90﴿ İbrahim onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: "Yemez misiniz?" ﴾91﴿ "Ne diye konuşmuyorsunuz?" ﴾92﴿ Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi. ﴾93﴿
Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi. ﴾94﴿ İbrahim şöyle dedi: "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?" ﴾95﴿ "Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır." ﴾96﴿ Kavmi, "Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın" dedi. ﴾97﴿ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık. ﴾98﴿ İbrahim şöyle dedi: "Ben Rabbime (onun emrettiği yere) gideceğim. O bana yol gösterecektir." ﴾99﴿ "Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla." ﴾100﴿
Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. ﴾101﴿ Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. ﴾102﴿
Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!" ﴾103-104﴿
Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!" ﴾104﴿ "Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız." ﴾105﴿ "Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır." ﴾106﴿ Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık. ﴾107﴿ Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. ﴾108﴿ İbrahim'e selam olsun. ﴾109﴿ İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız. ﴾110﴿ Çünkü o mü'min kullarımızdandı. ﴾111﴿ Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik. ﴾112﴿ Onu da İshak'ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de. ﴾113﴿ Andolsun, biz Mûsâ'ya ve Hârûn'a da lütufta bulunduk. ﴾114﴿ Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. ﴾115﴿ Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular. ﴾116﴿ Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. ﴾117﴿ Onları doğru yola ilettik. ﴾118﴿ Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık. ﴾119﴿ Mûsâ'ya ve Hârûn'a selam olsun. ﴾120﴿ Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız. ﴾121﴿ Çünkü onlar mü'min kullarımızdan idiler. ﴾122﴿ Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi. ﴾123﴿ Hani kavmine şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" ﴾124﴿ "Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?" ﴾125-126﴿ Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir. ﴾127﴿ Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka. ﴾128﴿ Sonradan gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık. ﴾129﴿ İlyas'a selam olsun ﴾130﴿ Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız ﴾131﴿ Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı. ﴾132﴿ Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi. ﴾133﴿ Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık. ﴾134-135﴿ Sonra da diğerlerini yok ettik. ﴾136﴿ Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz? ﴾137-138﴿ Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. ﴾139﴿ Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti. ﴾140﴿ Gemidekilerle kur'a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. ﴾141﴿ Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. ﴾142﴿ Eğer o, Allah'ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. ﴾143-144﴿ Derken biz onu hasta bir halde sahile attık. ﴾145﴿ Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. ﴾146﴿ Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik. ﴾147﴿ Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik. ﴾148﴿ Ey Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı? ﴾149﴿ Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış? ﴾150﴿ İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar. ﴾151-152﴿ Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti? ﴾153﴿ Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz! ﴾154﴿ Hiç düşünmüyor musunuz? ﴾155﴿ Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? ﴾156﴿ Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı! ﴾157﴿ Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler. ﴾158﴿ Allah onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. ﴾159﴿ Ancak Allah'ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir. ﴾160﴿ (Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz. ﴾161-163﴿ (Melekler derler ki:) "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır." ﴾164﴿ "Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız." ﴾165﴿ "Şüphesiz biz (Allah'ı) tespih edip yüceltenleriz." ﴾166﴿ Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk." ﴾167-169﴿ Fakat (kitap gelince) onu inkar ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler. ﴾170﴿ Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti ﴾171﴿ "Onlara mutlaka yardım edilecektir." ﴾172﴿ "Şüphesiz ordularımız galip gelecektir." ﴾173﴿ O halde bir süreye kadar onlardan yüz çevir ﴾174﴿ Gözetle onları, yakında onlar da görecekler. ﴾175﴿ Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar? ﴾176﴿ Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! ﴾177﴿ Ey Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. ﴾178﴿ (Bekle ve) gör. Onlar da yakında görecekler. ﴾179﴿ Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. ﴾180﴿ Peygamberlere selam olsun. ﴾181﴿ Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. ﴾182﴿
Saffat Suresi Fazileti
Saffat Suresi'nin fazileti, müminlerin hayatlarını yönlendirmesi ve doğru yolu bulmaları açısından büyük bir önem taşımaktadır. Allah'ın güç ve kudretini anlatan bu sure, müminlerin kalplerinde doğru bir inancın yerleşmesine yardımcı olmaktadır. Saffat Suresi'nin okunuşu, kişinin kendisine huzur ve dinginlik vererek, günlük hayatta karşılaşacağı zorluklarda kendisine güç veren bir etki yapar.Saffat Suresi Diyanet Meali
Saffat Suresi'nin Diyanet meali, Kur'an-ı Kerim'i okumak isteyen herkesin rahatlıkla anlayabileceği şekilde hazırlanmış bir mealdır. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanmış olan bu meale göre, surenin ilk ayeti şu şekildedir: "Yemin eden saffat edenlere, yemin etmekle kıyamet gününe and içenlere, o yıkılanları and içenlere andolsun ki, onlar Rablerinin katında ayrılığa düşmüşlerdir."Diyanet meali, Saffat Suresi'nin tüm ayetlerinin Türkçe anlamını vermiştir. Bu sayede, Saffat Suresi'ni Türkçe olarak okumak ve anlamak mümkündür.
Saffat Suresi Dinle
Saffat Suresi Tefsiri
Üç ayette hangi varlığa atıfta bulunulduğu ve onlara atfedilen işlevler konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları bu ifadelerin bir grup meleğe ya da bir grup insana işaret edebileceğini ileri sürmüşlerdir. Razi'nin açıklamaları da (XXVI, 114-117) her ikisinin de mümkün olduğunu göstermektedir. Özetle, yorumlar çeşitlidir ve tartışmaya açıktır.a) Yaygın yorum, burada meleklerden söz edildiği yönündedir. Şevkânî’ye göre “sıra sıra dizilmiş olanlar”la dünyada insanların (iba-det için) saf tutmaları gibi semada saf tutan melekler kastedilmiştir. İbnMes‘ûd, İbn Abbas, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve Katâde bu görüştedirler (IV, 442). İbn Âşûr da, Arap putperestlerinde putların emrinde melekler bulunduğu şeklinde bir inancın yer almadığını, meleklerin kendi buyruğu altında görev yaptığı tek gerçek Tanrı’nın Allah olduğunu, dolayısıyla aşkın âlemin en değerli yaratıkları olan melekler üzerine yemin edilmekle sûrenin temel amacı olan ve 4. âyette altı çizilen Allah’ın birliği inancına dikkat çekildiğini söyler (XXIII, 82). Buna göre bu âyetlerde dolaylı olarak putperestlere hitaben şöyle denilmektedir: “Allah’ın huzurunda sıra sıra dizilip ibadetle meşgul olan, buyruğunun yerine getirilmesine hizmet eden ve zikir okuyan melekler bulunmaktadır. Tanrı yerine koyup taptığınız putların böyle hizmetçileri bulunmadığını siz de kabul ettiğinize göre onları Allah’a nasıl ortak koşabilirsiniz!”
Meleklerin sıra sıra dizilmesi, çoğunlukla saf tutarak ibadet etmelerişeklinde yorumlanmıştır. Ancak bunun mecazi bir ifade olup meleklerin Allah katındaki farklı derecelerine işaret ettiği de belirtilmektedir (Râzî, XXVI, 114).
“Engellemeye çalışanlar” diye çevirdiğimiz 2. âyet, meleklerin gök cisimlerini, en küçük bir sapmaya izin vermeksizin ilâhî buyruk ve yasalara itaat ettirmeleri, sevk ve idare etmeleri veya bütün kozmik ve dünyevî varlıkların ilâhî hüküm ve kanunlara boyun eğmelerini sağlamaları (İbn Atıyye, IV, 465) şeklinde açıklanır. Bunlar, ilk âyetteki meleklerden ayrı, özellikle bu işle görevlendirilmiş ayrı bir melekler topluluğu da olabilir (Taberî, XXIII, 34).
“Anmak için okuyanlar”la da meleklerin Kur’an’ı, ilâhî kitapları (Zemahşerî, III, 295) veya ilâhî kitaplar da dahil olmak üzere Allah’ı zikir mahiyetindeki sözleri (Şevkânî, IV, 442) okumaları kastedilmiştir.
b) Bu âyetlerde bazı insan topluluklarından söz edilmiş olması da mümkündür. Bunlar, Râzî’nin ifadesiyle “Kendilerini Allah’a ibadete adamış olan ve bu özellikleriyle âdeta yer yüzünün melekleri sayılmaya değer bulunan yüce ve tertemiz beşerî ruhlar olabilir. Bu insanlar, Allah’ın huzurunda saf tutup namaz kıldıkları, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek şeytanın kalplerine zararlı dürtüler vermesini önledikleri ve namazda okudukları âyetlerle Allah’ı zikrettikleri için burada belirtilen niteliklerle Allah tarafından takdir edilmişlerdir. Ayrıca burada, insanları Allah’ın dinine davet eden, dinî ve ahlâkî bakımdan sakıncalı davranışlardan alıkoyan, Allah’ın hükümlerini yaşayan ve yaşatan âlimler topluluğu veya düşmana karşı saf tutup savaşan, harp meydanlarında yiğitçe haykırarak düşmanlarının kalplerine korku salan, Kur’an okuyup tekbir getirerek düşman üzerine saldıran mümin savaşçılar kastedilmiş olabilir.
c) Burada Kur’an âyetlerinin bazı özellikleri de kastedilmiş olabilir. Buna göre ilk âyette Kur’an’ın konularının zenginliğine, tertip ve düzenine, âyetler arasındaki uyuma; 2. âyette insanların kötü fiilleri işlemelerini yasaklayan, 3. âyette de iyi işler yapmalarını emreden âyetlere işaret edilmiştir (Zemahşerî, III, 295; Râzî, XXVI, 116). Muhammed Esed, Kur’an âyetlerini aklîleştirme yönündeki temel eğiliminin bir sonucu olarak, Râzî’ye nisbet ettiği, aslında diğer tefsirlerde de geçen (meselâ bk. Taberî, XXIII, 33-34; İbn Atıyye, IV, 465) bu şıktaki görüşü tercih ederse de bu yaklaşımın “melekler” anlamını vermekten kaçınma saikine dayandığı anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’ın başka yerlerinde de gerek meleklerin gerekse ay, güneş gibi kozmik varlıkların Allah’ı tesbih ettikleri, buyruğuna göre hareket ettikleri yönünde sarih ifadeli birçok âyet bulunmaktadır.
Bize göre bu âyetleri belli bir varlık türüne veya bir tür içindeki belli bir gruba hasretmek yerine, –ifadelerinin mutlaklığını da dikkate alarak– ilâhî yasalara boyun eğen bütün kozmik varlıklar yanında; aynı inanç ve kulluk bilincinde buluşup birleşerek Allah’a yönelen, ona kul olan; varlık düzeninde, ahlâkî ve dinî hayatta O’nun yasalarının egemen olması için çalışan; dilinde, gönlünde ve hayatında O’nun âyetlerini yaşatan, meleğiyle insanıyla bütün görünür ve görünmez varlıkların kastedildiğini düşünmek daha isabetlidir.
Böylece bu âyetlerde başlıca özelliklerine işaret edilen varlıklar üzerine yemin edilerek Tanrı’nın birliğine vurgu yapılmakta ve bu suretle Araplar’ın benimsediği putperestlik yanında bütün çok tanrıcı inançlar kesin bir dille reddedilmekte; Allah, “göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin rabbi, doğuş yerlerinin rabbi” olduğuna göre, O’ndan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyip kulluk etmenin anlamsızlığı dile getirilmektedir.
“(Güneşin) doğuş yerleri” diye çevirdiğimiz 5. âyetteki meşârık, meşrık kelimesinin çoğulu olup bu bağlamda mevsimlere, hatta yılın her bir gününe göre güneşin farklı doğuş noktalarına işaret etmektedir (bk. Taberî, XXIII, 35; İbn Âşûr, XXIII, 86-87). Muhammed Esed, âyetle ilgili olarak –bizim de katıldığımız– notunda şöyle demektedir: “Muhtelif gündoğumu noktalarının (meşârik) vurgulanması, yaratılmış fenomenlerdeki sonsuz çeşitliliğin, yaratıcının birliği ve benzersizliği ile karşıtlığını sergiler” (II, 910); yani yaratılanların çeşitliliğini ve yaratanın tekliğini ortaya koyar. Aynı yazarın, Rahmân sûresinin 17. âyetine düştüğü notta (III, 1097) belirttiği görüşe de katılıyoruz; orada olduğu gibi bu âyeti de Esed’in ifadesiyle, “Allah’ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade” olarak düşünmek yerinde olur.
“Yakın sema”dan maksat, arzdan bakıldığında gözlenen gök yüzüdür. Burada gökyüzünün, özellikle ay ışığının olmadığı berrak gecelerde çıplak gözle izlenen, yıldızlarla donatılmış muhteşem güzelliği hatırlatılarak bunu yaratan gücün mükemmellik ve eşsizliğine dikkat çekilmektedir. Gökyüzünün bu estetik manzarası başka âyetlerde, “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” şeklinde tasvir edilmektedir (Fussılet41/12; Mülk 67/5).
“Yüce topluluk” diye çevirdiğimiz 8. âyetteki mele-i a‘lâ, dünyaya göre yücelerde bulunduğu kabul edilen, ayrıca mânevî mertebeleri de yüksek olan melekler için kullanılan bir deyimdir. Burada, şeytanların bu yüce topluluğa kadar ulaşarak onların sahip olduğu bilgileri öğrenmelerinin önlendiği, nâdiren yanlarına kadar yaklaşıp bir bilgi kırıntısı kapanların olabileceği, ancak onların da isabet ettiği şeyi delip geçecek kadar etkili olan ateş toplarıyla kovalanıp uzaklaştırılacağı bildirilmektedir. Bugün sahip olduğumuz bilgilerle anlamlarını tam olarak kavramamız imkânsız veya son derece güç olduğu için “müteşâbihât” grubu içinde değerlendirilmesi gereken bu âyetler hakkında klasik tefsirlerde o dönemlerin bilgi birikimine ve doğruluğu kuşkulu rivayetlere dayanarak bazı yorumlar yapılmaya çalışılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIII, 36-39). Fakat burada Allah’ın meleklere verdiği bilgilerin ve özellikle vahyin korunmuşluğunu, bu bilgilere herhangi bir şeytanî gücün vakıf olup gerçekliğini bozmasına veya ehliyetsiz olanların açıklamasına izin verilmeyeceğini belirten kısmen sembolik bir anlatımın yer aldığı düşünülebilir (benzer bir anlatım ve açıklaması için bk. Hicr 15/16-18). Bu âyetlerde, olağan üstü niteliklere sahip olduklarına inanılan kâhinlerin semavî güçlerden bilgi aldıkları yolundaki inançların asılsız olduğuna dikkat çekildiği de belirtilmektedir (Kurtubî, XV, 66-67; İbn Âşûr, XXII, 92).
Yukarıdaki âyetlerde bazılarına değinilen melekler, yer ve göklerle bunlarda bulunanlar, semayı bezeyen yıldızlar da dahil olmak üzere görünen ve görünmeyen varlıklarıyla bütün evrenin yaratılışı ile evrenin son derece karmaşık yapısı içinde kozmik bakımdan anılmaya bile değmeyecek kadar önemsiz bir yer tutan insanın yaratılışı arasında bir karşılaştırma yapılması, bu suretle ilâhî kudretin mükemmellik ve ihtişamına dair bir fikre varılması istenmektedir. Bu karşılaştırmanın bir amacı da böylesine yüce bir kudretin insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak, dolayısıyla putperest muhatapların bu konuyla ilgili 16-17. âyetlerde özetlenen inkârcı yaklaşımlarının temelsizliğini ortaya koymaktır.
İnsanların atası olan Hz. Âdem “yapışkan çamurdan”, dolayısıyla toprak ve su unsurlarından yaratıldığı için âyet, Âdem’in bu aslî yaratılışını, soyundan gelenlere de genellemiştir. Râzî, bu yorumun yanında özetle şöyle bir yorum da getirmektedir: “Yapışkan çamur” toprak ve suyu ifade eder. Aslında her insan, sperm halinden dünyaya gelmesine, büyüyüp gelişmesine kadar hayatının her aşamasında toprak ve suya bağımlıdır; besinler, bu iki hayat kaynağına dayanır, diğer canlılar gibi insanlar da onlarla beslenir. Şu halde âyet, sadece Hz. Âdem’in değil, bütün insanların yaratılışının ve fizikî varlığının özünü dile getirmektedir (XXVI, 124). 12. âyette varlığın yaratılışı üzerine bu şekilde derinden düşünen ve oradaki ilâhî kudretin tecellilerini gören Hz. Peygamber’in hissettiği, şaşkınlık derecesine varan hayranlık duygusu; buna karşılık tefekkür derinliğinden yoksun oldukları için varlığa derinden bakmaktan âciz bulunan, üstelik uyarı ve aydınlatmalardan yararlanmaya da yanaşmayan müşriklerin alaycı tavırları bağlamında bir zihniyet ve fikir düzeyi mukayesesi yapılmaktadır (12. âyetle ilgili değişik yorumlar için bk. İbn Atıyye, IV, 467; Râzî, XXVI, 126-127; Kurtubî, XV, 69-71; İbn Âşûr, XXIII, 96).
Verilen öğütlerden maksat, Kur’an’ın doğru inanç ve düzgün yaşayışla ilgili olarak muhataplarına yaptığı açıklamalar, inkâra sapmaları halinde dünya ve âhirette başlarına geleceklere dair uyarılar, geçmişteki inkârcı toplulukların uğradıkları felâketler hakkındaki ibret verici bilgiler; kısaca onların ıslah olup yollarını düzeltmeleri için Allah’ın âyetlerinde ve Hz. Peygamber’in hadislerinde yer alan öğütler, uyarılardır. Alaya aldıkları “ilâhî işaret” (âyet) ise Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan mûcizeler veya öğüt ve uyarı amacı taşıyan Kur’an âyetleri ya da Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği gibi konulara dair vahyin ortaya koyduğu kanıtlar olarak açıklanmıştır (Taberî, XXIII, 44; Râzî, XXVI, 127-128). 15. âyette inkârcılar, bütün bu öğütlere, uyarılara rağmen Resûlullah’a gelen vahyin, onun sergilediği mûcizelerin “apaçık bir sihir” olduğunu söylüyorlardı.
“Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa varlık alanına çıkardığımız başkalarını mı?” anlamında inkârcılara yöneltilen 11. âyetteki sorunun bir amacının da evreni ve ondaki varlıkları yaratan ulu kudretin, insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak olduğunu belirtmiştik. İbn Âşûr’a göre putperestlerin sihir olduğunu söyledikleri şey, Allah’ın çürümüş bedenlere hayat verileceğini bildiren açıklamalarıdır. Onlara göre bu, anlamsız bir iddia olup bununla dinleyenin büyü yoluyla etkilenmesi amaçlanmıştır (XXIII, 98).
Putperest Araplar’da âhiret inancı yoktu; bu da onlarda sadece bir inanç eksikliği olarak kalmıyor, ayrıca tam bir ahlâkî sorumsuzluğa kapılmalarına yol açıyor; toplumda gücüne ve servetine güvenen seçkinler zümresinin bilhassa insan haklarına dair konularda her türlü haksızlık ve adaletsizliği kendileri için meşrû görmeleri gibi tehlikeli bir anlayışı besliyordu. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’in, Allah’ın birliği ilkesinin yanında en önemli itikad konusu olarak, herkesten bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağı bir ikinci hayatın varlığını kabul etmeyi gerektiren âhiret inancı üzerinde ısrarla durduğu, birçok defa bu iki inanç ilkesini yan yana zikrettiği, buna karşılık putperestlerin de burada ileri sürdükleri gibi güya aklî bakımdan imkânsız gördüklerini söyleyerek bu inancı şiddetle reddettikleri görülmektedir.
Bir önceki sûrede (Yâsîn 36/77-83) putperestlerin öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhireti inkâr etmelerine karşı çok açık ve ikna edici kanıtlar ortaya konmuştu; burada ise onların, “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Geçmişteki atalarımız da mı?” şeklindeki alaylı bir üslûpla sordukları soruya, “Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!” diye cevap verildikten sonra kısaca kıyametin dehşetine ve bunun inkârcılar üzerinde doğuracağı psikolojik etkiye değinilmektedir.
Tefsirlerde “korkunç ses” diye çevirdiğimiz 19. âyetteki zecre kelimesinin, sûrun ikinci üflenişi sırasında çıkaracağı, bütün ölülerin kaçınılmaz olarak dirilmelerini sağlayacak olan dehşetli sesi ifade ettiği belirtilmektedir; “Bunun ardından birden onlar etrafa şaşkınlıkla bakıyor olacaklar” anlamındaki ifade de bunu göstermektedir. Nitekim Zümer sûresinde de sûra iki defa üfleneceği bildirilmiş, ardından da, “Sonra sûr yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar” buyurulmuştur. 20. âyet, âhireti inkâr edenlerin, yeniden dirildikten sonra gerçeği anlayıp hayıflanmalarını ve “İşte hesap günü!” diyerek artık sonuç getirmeyecek bir ikrarda bulunacaklarını anlatmaktadır (Süddî, 20. âyet metnindeki yevmü’d-dîn deyimini “hesap günü” olarak yorumlamıştır; bk. Taberî, XXIII, 46).
Zemahşerî (III, 299), İbn Âşûr (XXIII, 101) gibi müfessirlere dayanarak “yargı günü” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki yevmü’l-fasl (ayrım günü) deyimi, âhirette kurulacak mahkeme-i kübrâda kusursuz bir âdil yargılama sonunda haklıyla haksızın, iyilerle kötülerin birbirinden ayırt edileceğine, herkese hak ettiği karşılığın verileceğine işaret eder (Kurtubî, XV, 72; Şevkânî, IV, 447).
“Zalimler”den maksat inkârcılardır. Nitekim Bakara sûresinde de (2/254), “Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurulmuştur. “Eş (karı / koca) anlamındaki zevc kelimesinin çoğulu olan ezvâc, “bir kişi veya grupla aynı inancı, eylemi paylaşan, diğerlerine uyan, onların yolundan, peşinden giden” anlamına da gelir. Bu bağlamda ise özellikle putperest önderlerin peşine takılıp onların uydusu olan, onların sapkın inançlarını ve kötü işlerini paylaşan taklitçi kesim için kullanılmıştır; şeytanların kışkırtmasına uyan inkârcıları veya kocalarının yolunu izleyen kadınları ifade ettiği de söylenmiştir (bk. Taberî, XXIII, 46-47; Zemahşerî, III, 299). Kısaca Râzî’nin Vâkıdî’ye atfen belirttiği gibi (XXVI, 132) burada, “zalimler”den maksat, inkârcıların liderleri, “ezvâc”dan maksat da onların buyruğuna girip uydusu olanlardır; bu uydu kesimi, diğerlerinin eşleri de başka insanlar da olabilir. “Allah’ın dışında taptıkları” ifadesiyle inkârcıların, peşine takıldıkları şeytanların kastedildiğini ileri sürenler varsa da burada putperestlerin, tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle Allah’a ortak koştukları putlardan söz edildiği yorumu daha mâkul görünmektedir. Bir yoruma göre âhiret gününde putlara can verilerek onlara tapanlarla birlikte cehenneme atılacaklardır. Ancak Râzî’nin de ifade ettiği gibi (aynı yer), günah işlemesi düşünülemeyen cansız nesnelerin –can verilerek– cezalandırılması âdil olmayacağına göre bu nesnelerin onlara tapanlarla birlikte cehenneme atılacağına dair âyetteki açıklama, sadece onlara tapanlar için bir eleştiri ve uyarı amacı taşımaktadır (bk. İbn Atıyye, IV, 469).
“Durdurun” buyruğu genellikle “hapsedin” şeklinde açıklanmıştır. “Sorguya çekilme” ile ilgili farklı açıklamalar yapılmışsa da bunun, inkârcılara dünyada yaptıklarının hesabının sorulacağı şeklinde yorumlanması isabetli görünmektedir. 23. âyette inkârcıların cehenneme sürülmesi yönünde bir buyruk yer almakta, 24. âyette ise sorgulamadan söz edilmektedir. Mantıkî olarak önce onların sorgusunun yapılması yani yargılanmaları, suçlulukları kesinleştikten sonra da cezalandırılacakları yere sevkedilmeleri gerektiği düşünülerek ilk bakışta 23. âyetle 24. âyetin sıralamasıyla ilgili bir tereddüt hatıra gelebilirse de (bk. Râzî, XXVI, 132), 23. âyet, yargılama öncesindeki genel bir itham ve tehdidi, 24. âyet ve devamı ise yargı sürecindeki gelişmeleri ifade ettiğinden böyle bir tereddüt yersizdir.
Mekkeli putperestler, 22. âyette “zalimler” diye anılan lider kesiminin öncülüğünde İslâm’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e karşı tam bir yardımlaşma ve dayanışma halinde mücadele veriyorlar; özellikle bu sûrenin indiği Mekke döneminin ortalarından itibaren bu baskı ve zulümleri giderek şiddetleniyordu. İşte 25. âyette, onların aralarındaki bu dayanışma ve yardımlaşmanın hem haksız olduğuna hem sonuç vermeyeceğine hem de ağır bir cezayı gerektirdiğine işaret edilmiş; 26. âyette de İslâm’a ve müslümanlara karşı amansız bir baskı ve zulüm için yardımlaşanların âhirette Allah’ın hükmüne teslim olmaktan başka çarelerinin kalmayacağı belirtilmiştir. Böylece bu âyetler, –22. âyetle de bağlantılı olarak– başta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere, bâtıl inanç ve ideolojiler, haksız ve adaletsiz uygulamalar uğruna dayanışmaya girişenlere, bu yolda öncülük edenlere ve onları destekleyenlere yönelik veciz bir uyarı değeri taşımakta, uğrayacakları nihaî hezimeti dile getirmektedir.
Militan örgüt mensuplarının, yaşadıkları hezimet ve dağılma sürecinin ardından birbirine düşmeleri, birbirlerini suçlamaları gibi inkârcıların da dünyadaki sapkınlık ve haksızlıklarının bedelini ödeme noktasına geldiklerini görünce birbirlerini nasıl suçlayacakları anlatılmaktadır.
Taberî (XXIII, 48-49), İbn Atıyye (IV, 469) gibi bazı müfessirler, burada suçlayanların inkârcılar, suçlananların da onları hak yoldan saptıran görülmez varlıklar (cinler, şeytanlar) olduğunu ileri süren rivayetlere itibar etmişlerdir. Ancak çoğunluğun yorumuna göre suçlayanlar sıradan inkârcılar, suçlananlar da onların liderleri konumunda olanlardır.
Sözlükte “sağ taraf” ve “and” mânalarına gelen âyet metnindeki yemîn kelimesinin kullanımdaki değişik anlamları nedeniyle 28. âyet farklı şekillerde yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, III, 299). Bizim de tercih ettiğimiz bir yoruma göre eski Arap kültüründe sağ taraf uğurlu, sol taraf uğursuz sayılır, bir şeyin sağdan gelmesi uğur ve hayır olarak yorumlanırdı. Kur’an’da iyilerin amel defterlerinin sağ taraflarından, kötülerin amel defterlerinin de sol taraftan verileceğini bildiren ifade tarzı da (Hâkka 69/19, 25) sağ ve sol kelimelerinin gelenekteki bu samp-imgesel kullanımına dayanmaktadır (Zemahşerî, III, 299; Râzî, XXVI, 134). Dolayısıyla âyetteki “Sağ taraftan gelirdiniz” ifadesi mecazi bir anlatım olup, “Bize hakkımızda hayırlı olacak teklifler getirdiğinizi söyler, bize karşı iyi niyetli, sureti haktan görünürdünüz; ama şimdi anlıyoruz ki gerçekte bizi kandırmış, haktan saptırmışsınız, bize kötülük etmişsiniz” anlamına gelmektedir. Hemen bütün tefsirlerde yemîn kelimesinin “and” mânasından hareketle âyetin, “İnkârcılar, kendilerini saptıran liderlerine âhirette, ‘Siz yeminler ederek bizi ayartıp yoldan çıkardınız’ diye suçlayacaklar” şeklinde anlaşılabileceği veya aynı kelimenin “kuvvet, otorite” anlamında da kullanıldığını dikkate alarak âyeti, “Bize karşı kuvvet kullanarak, üzerimizde otorite kurarak bizi haktan saptırdınız” şeklinde yorumlanabileceği de söylenmiştir.
Sonuç olarak burada inkârcıların, âhiretteki âkıbetlerini görünce kendilerini saptıran önderleri suçlayacakları; onların da bu suçlamalara karşı 29-32. âyetlerdeki ifadelerle kendilerini savunacakları bildirilmektedir. Kuşkusuz âhiretle ilgili bu tasvirin yapılmasının asıl amacı, toplumların hem yöneten hem de yönetilen kesimlerini uyarmaktır. Buna göre yönetenler böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalacaklarını düşünerek despotik ve saptırıcı uygulamalardan kaçınmalıdırlar; yönetilenler de başkalarının güdümüne girmeden, onurlu bir kişilik sergileyerek, Allah’ın karşısında sorumlu tutulacakları inanç ve davranış konularında kendi iradeleriyle özgür ve bilinçli bir şekilde karar verip seçim yapmalıdırlar. 31-33. âyetlerin üslûbundan öyle anlaşılıyor ki, yönetimi altındakileri peygamberin gösterdiği doğru yoldan saptıranlar hem kendi günahlarından hem de başkalarını saptırmalarından dolayı, kezâ sapanlar da yine hem yoldan çıkmalarından hem de başkalarının uydusu olmalarından dolayı ceza göreceklerdir.
Devamındaki açıklamalar, 34. âyetteki “suçlular” (mücrimîn) kelimesiyle inkârcıların kastedildiğini göstermektedir.
Bir önceki âyette “suçlular” olarak anılan Mekke putperestlerinin, İslâm’ın tevhid ilkesi olan âyet metnindeki, “lâ ilâhe illallâh” (Allah’tan başka tanrı yoktur) ifadesini duyduklarında gösterdikleri tepkinin mahiyetine dikkat çekilmektedir. Çünkü bu ifade sadece onların tanrı inançlarını değiştirmiyor; asıl bu inanç üzerine kurulu bütün Câhiliye telakkisini, değer yargılarını, toplumsal düzenlerini tehdit ediyordu. Bu sebeple de söz konusu ifadeyi duyduklarında, başka bir yerde (Feth 48/26) “hamiyyetü’l-Câhiliyye” (Câhiliye dönemine özgü büyüklenme kompleksi) denilen duygu onların benliklerini sarıyor ve mâkul gerekçelerle davasını çürütemedikleri Resûlullah hakkında delilik, şairlik, kâhinlik gibi saçma ithamlarda bulunuyor, bu tür içi boş iddialarla onu insanların gözünden düşürüp başarısız kılacaklarını zannediyorlardı. Buna karşı Kur’an, kesin bir dille onun gerçeği getirdiğini bildirmektedir.
Devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Saffat Suresi, müminlerin hayatlarını doğru bir şekilde yönlendirmeleri açısından önemli bir kaynaktır. Bu sure, Allah'ın gücü ve kudreti hakkında bilgi verirken, aynı zamanda insana olan sevgisini de anlatmaktadır. Saffat Suresi'nin okunuşu ve anlamı, her müslümanın öğrenmesi gereken bir bilgidir. Bu yazıda, Saffat Suresi'nin Türkçe tefsiri, Arapça yazılışı, fazileti ve Diyanet meali hakkında detaylı bilgi paylaştık.